Karabaşlı halk denilen bir topluluk, kaderlerini, inançlarını, yaşadıklarını kil tabletler üzerine çivi yazısı ile kaydetmemiş olsaydı, acaba bugün ne halde olurduk? Kramer'ın kitabında değindiği güzel bir nokta var, elbette yazı bir gün icat olacak ve insanoğlu deneyimlerini bu şekilde aktarmanın bir yolunu bulacaktı. Ancak Sümerlilerin bunu yapması sebebiyle uygarlığın atası olma onuru onlara ait. Söz konusu uygarlığın kökenleri olunca, Mezopotamya ve çevresinde yaşamış, hatta buradan göçerek gitmiş bir çok uygarlık kökenlerini Sümerlilere dayandırmak hususunda ayrı bir hassasiyet göstermektedir. Okuduklarımdan sonra, Sümerler kullanımının çok yanlış olduğunu fark ettim. Çünkü Sümer ismi Akkadlar tarafından Sümerlilerin oturduğu bölgeye verilmiş bir isim. Daha önceki yazıda bahsettiğim gibi bu isim Sami kökenli Akkad dilinde mu-Şumerum, Tevrat'ta Şinar olarak yer almaktadır. Yıllarca bütün Sümerologlar belki bilerek, belki de yerleşik akademik dili saptırmamak amacıyla Sümerde yaşayan halkın kendisine vermiş olduğu Kenger ismini göz ardı etmiş ve bu uygarlığa Sümerler diyerek geçiştirmiştir. Peki uygarlığın atası olan bir kavmin adı bu kadar önemli midir? Eğer köken tartışmalarına kesin ve bilimsel çözümler bulunması isteniyorsa, evet! Sümer tabletlerinde Sümerliler kendilerini ki-Enger, Lu-Kengerra (Türkçesi Kengerli) olarak adlandırmaktadırlar. Aynı zamanda kendileri için kullandıkları bir diğer isim "Karabaşlı halk"tır. Bu isimler Sümerlilerin kökenlerini aydınlatmak açısından çok önemli vurgular taşımaktadır. Şu ana kadar size tanıtmış olduğum kitaplarda, antropolojik, etimolojik, filolojik, toponomik benzerlikler ve hatta aynılıklar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak bu aynılıklara geçmeden önce, Sümer araştırmalarımın son halkası olan çok kıymetli bir kitabı size takdim etmem gerekiyor.
Tarih Tezlerini Alt-Üst Eden Bir Kitap: Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı, M. Ünal Mutlu
Size tanıtacağım Sümerliler okumalarının son halkası, tarih maratonunda Sümerliler ile ilgili okumalara başladığım andan beri aradığım bir kitap. Ünlü Sümerolog İlmiye Çığ'ın kitaplarında birçok yerde referans alınan, yazılma hikayesi bile çok ilgi çekici bir kitap. Kitabın yazarı M. Ünal Mutlu bir inşaat mühendisi ve bu kitabı yazmaya ilişkin kıvılcımı içine düşüren ilk şey, A.B.D'de bir bayanın oğlunun isminin anlamını bilip bilmediğini sorması ve kendisinin bu soru karşısında verecek bir cevap bulamamasıdır. Daha sonra bir kubbe onarımı yaparken, merakı doğrultusunda dünya tarihinde kubbeyi ilk kullananların kim olduğu sorusunu araştırarak Sümerliler noktasına gelmiş ve bütün araştırmaları bu noktada derinleştirmek mecburiyeti hissetmiş. İlmiye Çığ'ın gönülden destekleri ve yönlendirmesi ile iki sene boyunca Türkçe'nin birçok lehçesi, Sümerce, Hattice ve benzeri birçok arkaik dille ilgili akademik çalışmaları etüt etmiş, bu konularda uzmanların yönlendirmeleri sonucunda birçok eseri tetkik etmiş ve sonuçta size anlatacağım eser meydana gelmiş. Kitap Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarafından 2007 yılında basılmış, büyük ebatlarda 281 sayfa. Kitabın giriş kısmından itibaren ilk 20 sayfada okuduklarım düşünce dünyamı o kadar allak bullak etti ki, kendime zor geldiğimi itiraf edeyim. Çünkü yazar birçok farklı kitapta belki dipnotlarda, belki bir paragrafta ortaya sunulan iddiaları öyle güzel tespitlerle harmanlayarak sunmuş ki, işbu kitap bütün konuyu tam bir çerçeve altına almayı başarıyor. Kitabın henüz giriş kısmında İlmiye Çığ'ın Sümerli Ludingirra kitabından çok güzel bir derleme yapılmış. Metin birebir günümüze uygun durumda. Metnin başlığı da "Kökü Binlerce Yıl Öncesine Dayanan Ulusumuz". Sümerli Lu-Dingirra, ulusunun kurduğu uygarlığın uzak ülkelerden gelen ilkel insanlarca defalarca yakılıp, yıkılıp, yeniden kurulup tekrar aynı döngüye girmesinden ulusunun yorulduğu ve kendi ulusundan önce hiçbir şeyden haberi olmayan bu ilkel topluluğun şimdi kendilerini yönettiğini ve bundan ne kadar üzüntü duyduğunu anlatıyor. Kitap için muazzam bir başlangıç, çünkü toplam dokuz bölüm içerisinde öyle şeyler okuyorsunuz ki, artık doğru söylenişin Kengerler (Sümerliler), uygarlığın atalarının da aynı zaman bizim medeniyetimizin ataları olduğuna dair çok ciddi bir kabullenmeye sahip oluyorsunuz.
Söylediklerim yanlış anlaşılmasın, kitapta hiçbir dayatma yok. Okunuşlar, ses benzerlikleri, kelime aynılıkları, aynı anlamlı kelimelerin hem Sümer dilinde, hem de Türkçe'nin birçok lehçesinde yer alması gibi olguları irdeliyor. Yazar kitap içerisinde Çuvaşça, Hakasça, Gagauzca, Türkmence, Kazakça vb. birçok dil açısından benzerlikleri irdelerken, çok çarpıcı kuramlarla Latince, Sanskritçe, Grekçe gibi bir çok dile Sümer dilinden ve Türk dillerinden giren kelimelere ilişkin ciddi tespitlerde bulunmakta. Arkaik diller konusunda epey araştırma yapmış olduğu kitabın genelinden anlaşılıyor. Üstelik sayfa sayfa kelime benzerliği okutmak gibi bir iddiası yok. Bazı yerlerde araya girip, bazı kavramların nasıl dönüşebileceği, kelimelerin hangi tarihi aşamaları geçirmiş olabileceği gibi açıklamalar yapmasının yanı sıra, kitabın ilk bölümlerinde ve sonlarına doğru arkeolojik benzerliklerle başlayarak gerçekçi bir Kenger uygarlığı portresi çiziyor. Kitabın sonunda ise, yazarın ulaştığı sonuçlarla ilgili, T.C. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Papa (Yanlış duymadınız, Hıristiyanların Dini Lideri) Türkiye'de bir gazete yazarı, Kanada Ontario Tv, Amerikan Silahlı Kuvvetler dergisi gibi birçok yere; bazılarına tepki göstermek, bazılarına ise gerçekleri açıklamaya teşvik etmek amacıyla yazdığı mektuplar yer alıyor. Yazarın bu mektuplarının ciddiye alınıp alınmadığını bilmiyorum. Açıkçası güzel ülkemizde bu tip sorumluluk içeren hareketler, deli damgası yenmeden atlatılamıyor yazık ki! M. Ünal Mutlu'nun doğru olduğuna inandığı şeyleri savunma şekli kim ne derse desin bana çok sorumlu ve bilinçli bir davranış olarak yansıdı. Kara Kütüphanemin en kıymetlileri arasında yerini çoktan alan bu kitabı muhakkak temin edip okumanızı tavsiye ederim. Açıkçası ben bulmak için nadir kitap sahaflarını epey bir karıştırarak ikinci el temiz bir tanesine razı oldum. Umarım arayanlar da bulabilirler. Gelelim benim düşündüklerime;
Karabaşlı Bir Halkın Uygarlığa Hediyeleri
Sümerliler, yani Kengerler hakkında toplamda dokuz kitap ve ilgim doğrultusunda daha önceden okuduklarımda dahil ondan fazla makale bitirmiş durumdayım. Kramer'ın kitapları ile başlayan bu bilgi fırtınasında öncelikle söyleyebileceğim en önemli şey, Yeryüzünün en muazzam uygarlığını tanımış olduğumdur. Gerçekten de, yazının, matematiğin, hukukun, demokrasinin, geometrinin, mühendisliğin, astronominin, astrolojinin, tek tanrı fikri dahil olmak üzere muhtemelen birçok inanç ve felsefenin kurucu ögelerinin yaratıcısı bir medeniyetten bahsediyorum. M.Ö. 3. bin yılda pis su, temiz su tesisatı kurabilecek, Mezopotamya denilen bataklığı kurdukları bent ve barajlarla bir antik çağ vahası haline getirebilecek, insanlığın büyük çoğunluğunun mağarada yaşadığı bir dönemde görkemli şehirler inşa edebilecek, uygarlık tarihinde iki bin yıl gibi muazzam bir müddet hüküm süren bir kavimden bahsediyorum. Yeryüzünün bütün ilkleri, uygarlığın temeli ve bugünkü uygarlıkların pek çoğunun omurgasını teşkil edecek siyasi, hukuki, dini, manevi yapıların mucitlerinden bahsediyorum. Sümerliler, doğru kullanımı ile Kengerlerin kati suretle son altı bin yılın en gelişmiş, en kudretli, en birikimli uygarlığı olduğu su götürmez bir gerçek. Peki bu uygarlık durup dururken aniden mi ortaya çıktı? Kengerlerin kökeni nedir?
Bu hususun araştırılmasında bilimsel yol, tunç çağı ve öncesinde ırk özelliklerinin kesinleşmemiş olması sebebiyle antropolojik kalıntılardır. Her ne kadar bu delile dayanmak, modern bilim hakkında fikri olmayan yarı aydınlarca kafatasçılık olarak tanımlansa da, modern anlamda yazı, alfabe, edebiyat ve olgunlaşmış bir uygarlığın olmadığı devirlere ait herhangi bir bulgunun kültür kökleri açısından incelenmesinin zorluklarından bihaber olan Türk entelektüeli için, içerisinde Türk, Türk Kültürü, Köken lafları geçen ortalama bir konuşmayı, ırkçı; konuşmayı gerçekleştireni de kafatasçı olarak işaret etme eğilimi her daim var olsa da, bu tip köken araştırmalarında en azından m.ö. 3000 yılından öncesi için antropolojik çalışma yapılması şarttır. Antropolojik çalışmaların ardından arkaik toplumlarda köken araştırması yapılabilmesi için aranması gereken diğer önemli delil, dil birlikteliğidir. Elbette aynı dil ailesi içerisinde yer alan her kavim aynı değildir, ancak burada köken birlikteliğini ispat edebilecek olan şey, kelime yapıları, dil bilgisi kuralları ve ses benzerliği (fonetik) gibi kriterlerin hepsinin bir arada bulunmasıdır. Bunun dışında uygarlıklar arasında bağ kurulabilmesinde aranan bir diğer yöntem efsanelerin karşılaştırılmasıdır. Yüksek uygarlıkların, yüksek kültürleri, dolayısıyla diğer kültürleri etkileyen efsaneleri, edebiyatları, inançları mevcuttur. Tarih, bilimsel, tarafsız bir bakış açısı ile olayların ele alınmasının bir mecburiyet arz ettiği bilim dalıdır. Ne yazık ki hem geçmişimiz, hem günümüz, hem de geleceğimiz açısından tarihi verilerin siyasal amaçlarla veya algı yönetme gibi amaçlarla kullanılması hep olacaktır. Burada her zaman ki gibi doğru odaklanma, gerçeğin ne olduğu ve bilgi sahibi olmanın yarattığı arzuya odaklanmaktır. Bütün bunlara rağmen batılı akademisyenlerin Sümer tarihine bakış açısını ayrıca ele almak gerekir.
Entelektüel Terörden, Aryan Irkçılığına Sümer Tarihi
Sümer uygarlığının keşfi bilim dünyası için yeni sayılabilecek bir keşif. Bu uygarlık hakkında bilinenler henüz 150 yıllık bir birikimin sonucu. Bununla birlikte batı bilim dünyasınca ilk bulgular elde edildiğinde sunulan ifade ve tezlerle şu an bahsedilen hususlar arasındaki farklara kısaca değinmek gerek. Sümer uygarlığının keşfini takiben 1881 yılından itibaren Jules Oppert, Archibald S. Hayse, A.H. Layerd, Francis Lenormant, Delitsz, Benno Landsberger gibi birçok uzman bu topluluğun Türkistan bölgesinden gelmiş olduğu yönünde ciddi kanıtlar olduğunu belirtiyor, hatta birçok arkeolog bir din kitabından çok, tarih kitabı gibi algıladıkları Tevrat'a dayanarak bu topluluğun doğudan gelmiş olmalarının en kuvvetli ihtimal olduğunu savunuyorlardı. Hatta yeni Cumhuriyetin Türk Tarih Kurumu Başkanı Ord. Prof. Şemsettin Günaltay, Ön-Türk, Proto-Türk kavramlarına bile ihtiyaç duymadan Sümerliler Türktür diyebiliyordu. Henüz 20. yüzyılın başlarında Sümerce denilen dilin Türkçe, Macarca, Fince gibi dillerle birebir uyuştuğu, hatta bu dilin kati şekilde Ural-Altay dil ailesinden geldiği vurgulanıyordu. Bilim dünyası birden bire ilerleyen 50 yıl içerisinde farklı düşünceler dile getirmeye başladı. Bu düşünceleri madde madde ele alacak olursak, arkeolog ve tarihçilerden oluşan batılı bilim adamlarının, Sümerliler ile ilgili şu genel kanılara vardıklarını söyleyebiliriz; (Bu kanıları halen sürdürmekte olanlar var)
- Sümerliler Sami değildir. (Peki kökenleri nedir? Cevap: Yok)
- Sümerliler İndo-Avrupalı değildir.
- Sümer dili bitişken bir dildir. (Ural-Altay dil ailesinde bir çok dil, Türkçe, Macarca vs. bitişken dillerdendir)
- Sümerlilerin kökeni belirsizdir. Dilleri başka dillere benzemez. (Alt alta yapılan bu iki tespit gerçekten bilim adamlarınca yapılıyor)
- Bugünkü batı uygarlığının temeli Sümerlilerdir.
Sümer araştırması yapan, fakat onları Türk kültürüyle hiçbir şekilde bağlamak istemeyen batılı birçok tarihçi ve arkeolog ne yazık ki bu ifadelerden öteye geçmemektedirler. Bunun adı onlara göre bilimselliktir. Yüz elli yıllık çalışma boyunca elde ettikleri bilgiler, Sümerlilerin ne olmadığına(!) ilişkindir. Bu sıralamanın aynısı Etrüskler için de birebir geçerlidir. Etrüskler konusunda da batılı bilim adamlarının ortalama tespitleri yukarıdaki ifadeleri geçmez. Ne yazık ki batılı tarihçi, antropolog, arkeolog vb. lerinin bu konudaki bakış açısı siyasidir. Ari ırka mensup olmayan, Hint-Avrupa dili konuşmayan hiçbir kavim onlar için var olmamıştır. Bu tavır batı uygarlığının öne geçtiği çağımızda, bizimki gibi toplumlara eğitim dahil birçok konuda baskı yapılmasına, batının görülmesini istediklerini görmemize, görmemizi istemediklerimizi görmemelerine yol açmıştır. Bizler hala matematiğin greklerin icadı olduğunu, demokrasi, meclis, senato gibi kavramların Roma'dan bütün uygarlığa yayıldığına inandırılan bir nesiliz. Üstelik bu konuda batı düşünce sisteminin bize dayattıklarını kabul eden bir sürü aydın, yazar, gazeteci mevcut. Hatta o kadar ki, bilimsel olarak bütün kanıtlar aksi bir ihtimal olamayacağını, Sümerlilerin Türk soylu olduğunu gösterdiği halde, "Sümerbank'ı da Türkler kurmuştur" diyerek dalga geçecek kadar aymaz durumdalar. Oysa durum esprilerle geçiştirilemeyecek kadar ciddidir. Irak'ta kimyasal silah arama bahanesiyle savaş çıkartan Amerika Birleşik Devletlerinin bombardımanı sırasında Bağdat Müzesi, müze müdürünün iddialarına göre Pentagon'a müzenin korunması için yalvarılmış olmasına rağmen; müze planlı ve profesyonel olarak yağmalanmış, alçı kalıplara hiç dokunulmadan, özel olarak seçilen 15.000 parça, -çok kıymetli Sümer tablet ve mühürleri de dahil- kayıplara karışmıştır. Bunun yanı sıra, yine Ural-Altay kökenli olduğu belirtilen Hurrilere ait Kerkük'te bulunan 116.000 üzerinde tabletin bugün nereye gittiği bilinmemektedir. Kazıyı yapan arkeologlar da, tabletlerde ortada yoktur. Ne yazık ki her zaman olduğu gibi, tarih sadece tarih olarak kalmamış. Uygarlık kuramayanlar, kuramadıkları ama etkilendikleri her uygarlığı gözlerimizin önünde bir çırpıda yok etmektedirler.
Türk İlim Adamlarının Açmazı: Yanlış Yerde ve Zamanda Düşünmek
Bugüne kadar Sümer dili ile Türk dili arasındaki bağlantı inanılmaz seviyede benzerlik arz etmektedir. Sosyolog Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'a göre de, dil benzerliği arkaik toplumların benzeşmesinde önemli bir etkendir. Üstelik bu bağlantılar sadece kelime benzerliği olarak değil, dil bilgisi yapısı, cümle kurulma şekli, karşılaştırılan kelimelerin aynılığına varmaktadır. Dürüst bir tespitle bu kadar benzerliğin herhangi bir Hint-Avrupa dilinde varlığı halinde batılı tarihçilerin, Sümerlilerin Hint-Avrupalı bir kavim olduğu gerçeğini kafamıza vura vura bize dayatacağı kesindir diyebiliriz. Okuduğum kitap ve makalelerin tamamında Sümer-Türk bağlarına getirilebilecek bilimsel hiçbir eleştiriye rastlamadım. Mesela sadece bir kelimenin, evet yalnızca bir kelimenin Türkçe olamayacağına karşı itiraz edilmiş olmasına karşın, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna'nın teorisi Amerikalı birçok Sümerolog ve Türkolog tarafında kesin olarak kabul edilmektedir. Matematik, geometri, astronomi ve astorolojinin Sümerliler zamanında mevcut olduğu, hatta Pisagor teoreminin Pisagor'dan 2.000 yıl önce Sümer tabletlerinde, Edubbalarda (Sümer okulları) öğrencilere öğretildiğini kanıtlayan tabletlerin varlığına rağmen aryan ırkçısı tarih bu gerçekten hiçbir şekilde bahsetmemektedir. Kaldı ki Pisagor matematik öğrenmek üzere Babil'de eğitim almıştır. Tarih müfredatımız Türk isminin Çin kaynaklarında Tu-ku-e ismi ile ortaya çıktığı yanılgısını bize dayatmaya çalışırken Naram-Sin (Akkad kralı) M.Ö. 2300 civarında yazdırdığı ve yendiği kavimleri tebliğ ettiği kil tabletlerde, Türki kralı İlşu-Nail'den bahsedilmektedir(bu tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla Hatti, Hurri, Turki, Amurru kralları Akkadlara karşı birleşmişlerdir). Tu-Ku-e'den Türk çıkarabilen tarihçilerimiz, bu tablette yer alan Türki'yi, Sümer tabletlerinde ve Anadolu ile Azerbaycan coğrafyasında bulunan yazıt ve tabletlerde geçen Turukku, Tur, Tura ifadelerinden Türk isminin o devirlerde de mevcut olduğu tespitine bir türlü varamamaktadır. Kendisine Kenger diyen bir toplumun Sami saldırıları sonucu Anadolu'ya göçüp, Engürü (Osmanlıca Ankara'dır) Kengiri (Çankırı'nın antik çağdaki ismidir) gibi şehirler kurduğu hep göz ardı edilir. Engur'un (Yer altı suyu anlamına da gelmektedir) Sümer'de ilk tanrı olduğu, bu kelimenin daha sonra Dengir'e, zamanla Türkçe Tengri'ye dönüşmüş olduğunu ve Engürü'nün yani Ankara'nın Sümerden göçen Hatti'lerce kurulmuş altında yer altı suyu olan şehir anlamında ona Enguru-Engürü ismini koymuş olabileceklerini (Bugün Ankara Çayı'da şehrin altında yol almaktadır) ihtimal dahilinde tutmazlar. Çünkü batılı tarihçi Ankara, Ankyraj isminden yani Çapadan gelmektedir der ve bizler kabul ederiz. Bundan 60 yıl önce Hunların Türk olamayacağını söyleyen bilim adamları var iken, Hunların Türk olduğu bugün genel kabul görmekte, üstelik günümüzde kazılan İskit ve Sarmat kurganları, M.Ö. 1.000 yıllarında Orta Asya'dan Tuna'ya kadar yayılan bu uygarlıkların Türk kökenli olduğunu açık şekilde göstermektedir.
Peki biraz şüpheci yaklaşımla, "Türkler'de en az diğer uygarlıklar kadar, hatta belki hepsinden çok Sümerlilerden etkilenmiştir, bu da onların Türk kültür dairesinde yer aldığını göstermez" diye bir varsayım oluşturalım. Bu varsayım, dil, edebiyat, efsaneler, etimolojik benzerlikler, yer adları ve ortak adların bulunması gibi birçok kanıtı yok edemese de böyle bir şüphemiz olsun. Bu durumda Türkmenistan'da yapılan kazılarda ortaya çıkan Anav Kültüründe rastlanılan M.Ö. 5.000 yıllarına tarihlenen buluntuların benzerliği-aynılığı, o bölgede konuşulan Türkmencenin ve Eski Doğu Türkçesinin Sümer dilinden daha eski olmasına karşın Sümer dili bu kadar benzerlik taşımasını nasıl yorumlamak gerekecektir? Bugün Anav kültürünün tam anlamıyla Ural-Altay kültürü olmadığı tezini savunan bilim adamları, ören yerlerinden çıkan her yeni buluntu ile bu savlarından teker teker vazgeçmektedir. Gerçek şu ki Türkmenistan bölgesinde M.Ö. 5.000'de tuğladan evlerde yaşayan, tarım yapan, gelişmiş bir uygarlık vardır. Bu uygarlık Kengerlerdir ve Kramer'ın da işaret ettiği üzere, Sümerliler-Kengerler Mezopotamya'ya gelmeden önce zaten birçok konuda bilgi sahibi uygar bir toplumdur. Bu mucizeleri göstermek için ise Dicle ile Fırat'ın arasında dört başı mamur bir uygarlık kurmuşlar ve günümüze inanılmaz bir miras bırakmışlardır.
Kengerlerin Bir Türk Uygarlığı Olması Ne Anlama Gelir?
Madde madde bahsetmek gerekirse, Kenger Uygarlığı delillerin gösterdiği doğrultuda bir Türk uygarlığı ise;
- Uygarlığı başlatanlarla aynı kökten olduğumuz ve uygarlığın temeli hakkındaki batı tezlerinin çöktüğü,
- Edebiyat, matematik, geometri, astronomi gibi bilimlerin, (-ki herhangi bir batı uygarlığı 1700'lü yıllardan önce astronomi çalışması yapmamış iken 1000-1500 yılları arası astronomi Türk Dünyası için hiç yabancı bir bilim dalı değildir.) tek tanrı kavramının kaynağının Türk uygarlığı olduğu,
- Hukuk, Yasa, Demokrasi, Meclis (Roma ile aynı zamanlarda da, Kurultaylar ile Kağanların yetkilerinin kısıtlandığını göz ardı etmemek lazım) gibi kavramları ilk kez ortaya atanların uygarlığımız olduğu,
- On iki simgeli Zodyak haritasını da, tıpkı on iki hayvanlı takvim gibi uygarlığa sunduğumuz,
- Aryan ırkçısı tarihçilerin, M.Ö. 400'den önce ortada yok iken, birden bire ortaya çıkan; barbar, göçebe bir toplum olduğumuz hakkındaki iddiaların dayanaksız olduğu,
- Bilimsel terminolojinin temelinin uygarlığımız olduğu,
gibi birçok gerçeğe ulaşılacaktır. Dolayısıyla bu hususla ilgili daha fazla araştırma yapılması, bu yükün haricen ve büyük emek harcayarak araştırma yapan alan dışından insanların omuzlarından alınıp, objektif tarihçi, arkeolog, antropolog ve Sümerologlar yetiştirilmesi ve özellikle Türk kompleksine dayalı kamuoyunun yanlış algısının düzeltilmesi gerekmektedir. Günümüzde mevcut olan her türlü sıkıntının giderilebilmesinin en önemli yolu, geçmişte bu tip sıkıntıları, yüksek uygarlıklar kurarak aşabildiğimizi bilmektir. Tarih insanın geleceğine geçmişi vasıtasıyla bakabilmesi için önemli bir araçtır. Dolayısıyla toplumun öncelikle gerçeği bulmak konusunda eğitilmesi önemlidir. Türk kültür dairesinde yer alan her topluluğun kendisine neşredilmiş olan komplekslerden sıyrılması, uykularından uyanması ve tekrar adını yüceltmesi gerekmektedir. Çünkü bu en ilkel dürtü gibi gözükse de tıpkı Bilgameş gibi, ad yüceltmek sonsuz yaşama ulaşmanın sırrıdır. Kendimce bulabildiğim ve bir benzerine henüz rastlamadığım kültür benzerliğinden birisi de, yazımı bitireceğim Bilgameş'in aşağıdaki ifadeleridir. Bilindiği gibi ad kazanmak, ad yüceltmek Orta Asya toplumlarında bir külttür. Mete ismini almadan önce Baga-tur(Bahadır) , Cengiz ismini almadan önce Timuçin olan Kağanlar, ad kazanmak için kahramanlık yapması gereken insanlar da bu külte güzel birer örnek olsa gerek. Belki de hepimizin amacı tıpkı Bilgameş gibi adlarımızı kazanabilmek ve onları yüceltebilmektir.
Gılgamış gökteki Utu'ya dedi ki:
"Ey Utu, ben ülkeye girmeliyim, izin ver bana,
Sedir ağaçlan ülkesine girmeliyim, izin ver bana."
Gökteki Utu ona yanıt verdi:
"Sen prens ve silahşörsün, doğru, fakat ne yapacaksın ülkede?"
"Utu, sana bir söz söyleyeceğim, kulak ver ona!
Onu sana ulaştıracağım kulak ver ona!
Kentimde insanlar ölüyor, kalbi sıkıyor,
İnsanlar yok oluyor, kalp dayanmıyor,
Duvara çıktım, ırmağın suları ile sürüklenen ölüleri gördüm.
Bana gelince, ben de öleceğim, bu doğru,
İnsan ne kadar uzun olsa göğe ulaşamaz,
İnsan ne kadar geniş olsa yeri kaplayamaz,
Tuğlada yazılı kader gelmeden,
Ülkeye girmeliyim,
adımı duyurmalıyım, Adların yüceldiği yerde adımı yüceltmeliyim."
Yorumlar
Yorum Gönder