İlk kısımda, Sümerler ile ilgili en temel bilgileri alabileceğim kitaplardan sonra, bu kitapların kaynakça kısmında yer alan bazı kitapları almak, bazı akademik yazıları okumak bir tarih-sever olarak benim için bir mecburiyet oldu. Sümerler hakkındaki bütün kitapları tek bir yayına sığdırmak da, hem okuyan insanı yoracağından, hem de belli başlı konuları atlamama sebebiyet verebileceğinden bu şekilde iki parça halinde anlatmanın daha uygun olacağını düşündüm. Ayrıca benim de bu kitaplar hakkında uzun ve detaylı görüşlerim olduğundan, bu maraton boyunca, bundan sonra bitirdiğim her uygarlık hakkında kendi görüşlerimi ayrı bir başlık altında yayınlamaya karar verdim. Her ne kadar bu maraton süresinde Mehmet Ünal Mutlu'nun çok aradığım "Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı" adlı kitabını yeni bulmuş olsam da, bu zamana kadar çok fazla yol kat ettiğimden, bu kitabı size Sümerlerle ilgili görüşlerimi yazabilmek için planladığım yazımda tanıtmaya karar verdim. Sümerlerle ilgili Kramer'ın ve İlmiye Çığ'ın kitaplarını okurken, önceki tarih bilgime dayanarak, kendiliğimden kurmuş olduğum bazı bağlantıların diğer akademisyenlerce de kurulduğunu görmek beni daha da heveslendirdi. Sümerlerin bir Ön-Türk uygarlığı olup olmaması, daha önce de söylediğim gibi günümüz Türk insanına manevi tatminden başka bir şey sağlamıyor gibi görünebilir. Ancak unutmamak lazım insanların kökenleri, seçim konusu yapılabilecek şeyler değil. Yani bir gün evinizde otururken "ben bugün karar verdim, artık İngiliz'im veya Fransız'ım" denilebilmesi mümkün değil. İnsan köken açısından doğduğu andan itibaren içerisinde bulunduğu kültür dairesi ile bağlı olmaktan daha fazlasını yapamıyor. Dolayısıyla bu konuda kanaatimce yapıcı olan tavır, bu bağların birer kimlik değil, kültür sorunu olarak ele alınmasıdır. Zira M.Ö. dördüncü bin yıldan bu yana aynı kimliğin korunuyor olduğunu iddia etmek, kulağa biraz saçma gelebilir. Bu noktadan hareketle doğru motivasyonun, Atatürk tarafından şu sözlerle topluma sunulduğu kanaatindeyim; "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır!" Önemli olan ve kanaatimce doğru motivasyon da budur. Geleceğin büyük ve müreffeh uygarlığına sahip olmanın yolu, geçmişte bunu defalarca yapabilmiş bir kültür dairesinin mensubu olduğumuzu bilmekten geçmektedir. Bu doğrultuda da köklerimizi, geçmişte neler başarabildiğimizi bilmek adına ve en önemlisi gerçeklerin ne olduğunu bilmek arzusu adına köken araştırmalarının büyük önem taşıdığına inanıyorum. Geçelim kitaplarımıza.
Anne Biz Sümerli miyiz?: Sumerliler Türklerin Bir Koludur (Sumer-Türk Kültür Bağları) - Muazzez İlmiye Çığ
Henüz tarih maratonuma başlamadan önce elime geçmiş olan ilk İlmiye Çığ kitabıdır bu kitap. Hatta maratonuma başlama kararı aldığım Reha Oğuz Türkkan hocanın kitabını okuduğumda, Sümerler hakkında okumuş olduğum tek kitaptı. Tarih maratonu kapsamında kendime daha önce okumuş olduğum kitapları tekrar okuyacağıma dair söz vermiş olduğum için, İlmiye Çığ'ın bu kitabını ana kaynaklardan sonra tekrar okudum. Bu bölümde tanıtacağım diğer kitapların varlığını da bu kitapla öğrenip temin etmiştim. Çok aradığım ve henüz bulabildiğim M. Ünal Mutlu'nun kitabının varlığından da bu kitapla haberdar olmuştum. İlmiye Çığ'ın önsözde bildirdiği ve benim de bildiğim kadarıyla kendisinin Sümerler hakkındaki son kitabıdır. Doğal olarak yine Kaynak yayınları tarafından basılmış. Kitap aslında 268 sayfa, ancak bunun 91 sayfası İlmiye Çığ'ın kültür bağlarını incelediği bölümler, kalan kısmı ise aşağıda tanıtacağım kitapların içeriklerinden alınmış uzunca bir ekler bölümünden oluşuyor. Birinci bölümde tanıttığım Kramer'ın kitaplarında belki de bilimsel olarak henüz o kanıya varmamış olduğundan üstünde şiddetle durmadığı, ancak kitaplarında belirtmekten de kaçınmadığı bir iddiayı sunuyor İlmiye Çığ bize. Kendisinin aktardığına göre Türk Tarih Kurumu baskısı olan Tarih Sümer'de Başlar kitabını Kramer'a gönderdikten sonra 28 Eylül 1990'da Kramer'ın ölmeden kısa bir süre önce kendisine yazdığı bir mektupta geçiyor ifade. Spekülasyona yer vermemek adına ifadeyi aynan yazmakta fayda görüyorum:
"Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya'ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya'nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiçte uzak değildir."
Bu tespitin çağın en önemli Sümerologu tarafından yapıldığını ayrıca belirtmek isterim. Giriş kısmının ardından, kültür bağlarına ilişkin tetkik ettiği eserlerden ve konuyla ilgili kitap yazan akademisyenlerle yaptıkları fikir alış-verişlerinden bahsediyor. İlmiye Çığ'ın kültür benzerliği için ortaya koyduğu kanıtlardan ilki ortak adlar. Yer adları bağlantısıyla başlayan etimolojik ve toponomik benzerliklerden bahsediliyor. İlmiye Çığ'ın burada araştırılmak üzere not düştüğü Semerkant'ın, Sumerkent olarak okunabileceği konusunda ki tezi çok ilgimi çekti. Sümerler, kendilerine Kengerli veya Karabaşlı Halk diyorlar. Sümer ismi oturdukları yere verilen bir isim olup, daha çok Akadların ve Sami toplulukların kullandığı bir isim(mu-Şumerum - M.Ö.2. bin yıl ortalarında Sümer toprakları tamamen Sami-Semitik etkiye maruz kalmaktadır). Kenger ve Karabaşlı halk tanımlarının Orta Asya'da ve ayrıca Türk Kültüründe birçok karşılığı var. Orhun yazıtlarında ki "karabaşlı budun", Kenger isimli bir Türk boyu olması, Nahçıvan'da Kenger'in yer adı olarak kullanılması ve kitapta okuyabileceğiniz birçok bağlantı mevcut. Ortak adları; arkeolojik bulgular, kelime benzerlikleri, sayı sistemlerinden oluşan bağlantılar, efsane, masal, sembol, gelenek bağlantıları takip ediyor. Özellikle İlmiye Çığ'ın Gılgamış hakkında ki tespit ve doğru okumaya ilişkin yorumu fevkalade. İlmiye Çığ Sümerce de (g) harfini işaret eden sembolün bazen (b) olarak da okunabildiğinden bahisle bu ismin Bilge Kağan örneğindeki gibi Bilga-meş(bence Bilgamış gibi de okunabilir) olarak okunması gerektiğini söylüyor. Buna delil olarak da Gılgamış Destanında kahramanın her şeyi bilen, bilgili bir kişi olarak tarif edilmesini, ayrıca Sümer-Türk bağları açısından, birer Türk ismi olan Alpamış, Toktamış gibi isimlerle Bilgameş-Bilgamış isimlerinin fonetik olarak da bir benzerlik taşımasını gösteriyor. Bu düşünce, destanlar tarihi açısından çok ilgi çekici bir gelişme. Çünkü bu okunuş ve delil olarak gösterilen bağlantıların bilim dünyasında kabul görmesi demek, dünyanın ilk destan kahramanının bir Ön-Türk olduğunu kabul etmek anlamına gelmekte. Sümerler hakkında düşündüklerimi aktaracağım bir sonraki yazı da, başka hiçbir yerde henüz okumadığım, Bilgameş ile ilgili kimsenin üzerinde durmamış olabileceği bir benzerliği de naçizane sunacağım. Kitabı okumanız için daha fazla da ayrıntı vermek istemiyorum. Ancak bağlantılar çok dikkat çekici ve bir iki yerde belki çok zorlama bir şekilde bağ kurulmaya çalışılmış hissi verse de kitabın bütününde vurgulanan hususların çoğu, belirli süreç içerisinde ispatlanmış bilimsel nitelikte bağları içeriyor. Kitabın ilk 91 sayfasını inanılmaz bir heyecanla okudum. Ekler kısmının okunması hususunda, eğer aşağıdaki diğer kitapları okuyacaksanız, eklerin büyük bir çoğunluğu bu kitaplardan alınmış durumda olduğunu bilmenizde fayda var. Zaten ekler kısmı Sümerce olarak adlandırılan dil ile Türkçe arasındaki bağı kuruyor ki, diğer kitaplarda bu konudan daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Hasıl-ı kelam, muhakkak okumanızı tavsiye edeceğim bir kitaptır.
Elli Sayfada Beş Bin Yıl: Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi - Osman Nedim Tuna
Eminim çoğu insan, ilk bakışta elli sayfalık bir kitabın, Sümer tarihinin en önemli sorunlarından biri olan Sümerce ve dilin kökeni konusu gibi bir hususu çözmesini beklemiyordur. Ancak merhum Prof. Dr. Osman Nedim Tuna'nın bu konudaki yirmi yıllık çalışmasını içeren bu kitap bu iddiayı taşımakta. Üstelik şahsi fikrimi sorarsanız bu sorunu büyük oranda çözmüş bile. Türk Dil Kurumu yayınlarından çıkartılmış olan kitap 1990 yılında basılmış. Başlıktan da anlayacağınız gibi 50 sayfalık bir kitap. Ancak benim kategorilendirme sistemime göre kendi küçük ama içi dolu kitaplardan. Benim elimdeki en son baskılarından bir tanesi. Sümerolojinin en büyük problemlerinden olan dil ve okunuş sorunlarına bir çok farklı açıdan bakmayı olanaklı kılan bir eser. Osman Nedim hoca Sümerce ile Eski Doğu Türkçesi arasında -ki burada Çağatay Türkçesi esas alınmakta- 169 çift benzer kelime bulmuş. Bu kelimelerin bazıları aynen yapısını korumakla birlikte bazıları da bir dilin gelişim sürecinde izleyebileceği olağan gelişmeler doğrultusunda sergileyebileceği maksimum değişiklikler dikkate alınarak tespit edilmiş. Kitabın üçüncü bölümünde öyle bir olasılık hesabı verilmekte ki, gerçekten de dudak uçuklatıcı. Sümerce ve Türkçe'nin her ikisinde 5.000 kelime olduğu varsayımından hareketle yapılan ihtimal hesabında iki dil arasında tarihi bir bağ olmaksızın tesadüfen bir kelimenin var olması şansı yirmi beş milyonda bir ihtimal olarak gösteriliyor. Düşünün ki bu kitapta bu şekilde 169 benzer kelime var. Üstelik eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşıp, araştırmanın filolojik açıdan tamamen bilimsel nitelikte olduğunu da göz ardı ederek, bu kelimelerin yarısı dahi uymuyor desek, geriye kalan 85 benzer kelimeyi nasıl açıklayacağımızı düşünmek bile ihtimal dışı geliyor. Zaten kitap içeriğinde gramer yapıları, ekler ve cümlelerin dizilişi gibi kriterler açısından da baktığınızda Sümercenin, dünya üzerinde Türkçeden başka hiçbir dil ile bundan daha fazla uyumlu olamayabileceğini anlıyorsunuz. Osman Nedim Tuna birçok akademik platformda bu tezi ayrıntıları ile sunmuş ve Sümercenin incelenmesi açısından bir takım kanunlar belirlemiş. Akademik bir çalışma olduğu için dilbilime (filoloji) dair bazı kavramlara hakim değilseniz, belirli yerlerde küçük kopuşlar yaşayabilirsiniz. Bir de Osman Nedim Tuna'nın akademik kariyerinin önemli bölümünün Amerika'da geçmesinden kaynaklanan, yerine Türkçe'sini bulamadığı(!?) ingilizceden iktibas bazı kelimeler içinde ingilizce bilginizin belirli bir düzeyde olması kitabı sizin için akıcı kılabilir.
Osman Nedim Tuna bu konu üzerinde çok uzun süre çalışmış, birçok akademisyene tezini kabul ettirmiş. Hali hazırda da Sümer-Türk dili arasındaki bağlantıyı çürütebilecek bilimsel kanıtlar sunabilen yok. Sümerlerden haberdar olunduğu tarihten itibaren bir kaç bilim adamı hariç, Sümerologların tamamı bu dili, Hint-Avrupa dili olarak algılamaya ve algılatmaya çalıştıkları için ve aynı zamanda Osman Nedim Tuna'nın bakış açısı, bu bilim adamlarının uzun akademik kariyerlerini bir hiç uğruna harcamış olabilecekleri anlamına geldiği için, bir çok batılı tarihçi ve akademisyen Sümerlerle Türklerin bir bağı olmamasına dair bir ön kabule sahip. Bilimsel anlamda hiçbir eleştiride bulunamayan, tarafsızlığını yitirmiş tarihçilerin, akademik olarak bir cevap veremedikleri Osman Nedim Tuna'nın tezlerini uçuk bulmasının sebebi, kanaatimce bugün tam anlamıyla uygarlığın başlangıcı sayılan bir kültürün köklerinin Orta Asyalı bir topluluğa dayandırılmasından duydukları korkudan ileri gelmektedir. Hakeza Osman Nedim Tuna'nın araştırması ile ilgili olarak kitabın "Sonsöz" kısmında yer alan ifadeler ve dile getirişinde ki samimiyet, bu çalışmanın akademik anlamda ne ifade etmesi gerektiği konusunda yeterince açıklayıcıdır. Okuması toplamda en fazla 2 saatinizi alabilecek bir kitap. Özellikle bu konularda araştırma yapıyorsanız biçilmez kaftan olduğunu düşünüyorum.
Dünya Öküzün İki Boynuzu Arasındadır: 5.000 Yıllık Sümer-Türkmen Kültür Bağları - Begmyrat Gerey
Kitabın başlığından da anlayacağınız gibi, Sümerlerle Türkler arasında bağ kurulmaya çalışılan ve bu anlamda akademik çalışmalar yapılan tek Türk ili Türkiye Cumhuriyeti değil. Türkmenistan'da da özellikle Türkmen arkeologlar yetişmeye başladığı ve Anav Kültürü hakkında derin araştırmalar yapılmaya başlandığı çağdan bu yana, bu çalışmalar Sümeroloji ile büyük oranda parallellik arz etmektedir. Kitap IQ Yayınları tarafından basılmış. 224 sayfa, 2000 yılında yazılmış bir kitap. Begmyrat Gerey giriş kısmında neden böyle bir çalışma yapmanın gerekliliğini hissettiğini ayrıntılarıyla anlatarak başlıyor. Daha sonra bundan 100 yıl önce ütopik sayılan, ancak günümüz jeologlarınca var olduğuna dair ciddi kanıtlar bulunan Turan Ovasından bahsederek konu açılıyor. Özellikle Anav kültürü ile ilgili açıklamaları muazzam. Bilmeyenler için kısa bir bilgi olarak geçeyim; Anav kültürü Türkmenistan bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkan M.Ö. 7.000- M.Ö. 5.000 yılları arasında yaşadığı düşünülen bir uygarlık için kullanılan addır. Hatta bazı arkeologlar bu tarihin rahatlıkla M.Ö. 9.000'li yıllardan başlamış olabileceğini iddia etmektedir. Bu kültür hakkındaki önemli nokta, ardılları olan Andronovo Kültürü (Yukarı Kazakistan), Afanesyevo Kültürü (Altay Dağlarının Kuzeybatısı) ile birlikte Türk medeniyetinin köklerini taşıyor olmasıdır. Antropolojik, etimolojik ve filolojik deliller de aksi kabul edilemeyecek bir biçimde bu kültürlerin Ön-Türk izi taşıdığını göstermektedir. Resmi tarihimize ve batılıların bize dayatmaya çalıştığı "Barbar-Göçer Türkler" tezine inat, M.Ö. 7.000 tarihinde o bölgede yerleşik bir medeniyet olduğu, tuğladan evlerde oturdukları ve Sümerlerden 3.000 yıl önce o bölgede tarım yapılmakta olduğu belirtilmektedir. Anav Kültürü kazılarında Sümer heykelleri ile uyum sağlayan Öküz başı heykelleri ve hatta Sümerce yazı dilinin daha ilkel örneği olabilecek yazı örnekleri bulunmuştur. Begymrat Gerey'de bunları anlatarak başlıyor kitabına. Kenger isminden bahsediliyor ki, daha önce de belirttiğim gibi Kenger ismi Sümerlilerin kendilerine verdikleri isim. Yer adları, kişi adları ve daha birçok bağ sıralanıyor. Daha sonra Sümerlere ilişkin benim ilk bölümde dört kitapta okuduğum toplam bilginin özeti olabilecek bir değerlendirme var. Buradan Türkmenlerin ataları ile Mezopotamya Kültürü arasındaki bağlarla kitap tam gaz devam ediyor.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde; din, inanç sistemleri ve karşılaştırmalı efsanelerle ilgili hem Sümerlerle, hem de Türkmenlerle ilgili çok doyurucu bilgiler ediniyorsunuz. Kendi adıma, dedemin babama, babamın da küçükken bizlere anlattığı masalların 7.000 yıllık bir anlatının ürünü olduğunu fark etmek beni hayrete düşürdü. Benzeri bir durumu Dede Korkut hikayelerinde de yaşamış olmamdan bahisle, bu toprakların insanlarının, hiçbir bilimsel, akademik kaygı gütmeksizin, halen ne olduğunu adlandıramadığım bir dürtü ile Orta Asya'dan Tuna'ya çocuklarına aynı hikayelerin farklı varyasyonlarını anlatıyor oluşları muazzam bir kültür mirasına sahip olduğumuzu düşündürüyor bana. Daha sonra tıpkı yukarıda anlattığım Osman Nedim Tuna'nın kitabındaki gibi Sümer-Türk dilleri ilişkisi irdeleniyor. Burada çok ilginç bir anekdot var. Begmyrat Gerey Osman Nedim Tuna'nın kitabını okumadan önce, Sümerce ile eski Türk dilleri arasında bağlantı olduğunu düşündüğü kelimeleri tek tek not alıp, kitabı için hazırlıyor. Daha sonra Osman Nedim Tuna'nın araştırmasını okuyup, kendi elindeki kelimelerle karşılaştırma yaptığında her iki karşılaştırmanın da neredeyse birebir aynı olduğunu fark ediyor. Kramer'ın kitabında da Sümercenin çözümüne ilişkin üç Sümeroloğun aynı metinleri birbirlerinden habersiz deşifre edip karşılaştırmaları ve deşifrelerin birbirine çok benzemesi gibi bir durum bu. Ancak Osman Nedim Tuna ve Gerey'in bulduğu benzerliklerin aynı zamanda Sümer dilinin Türk dilleri vasıtasıyla çözülebileceği yolunda da çok önemli bir gösterge olduğuna inanıyorum. Kitabın son kısmında da ileride yapılabilecek çalışmalara kaynak olabilecek Sümerce-Türkmence küçük bir sözlükte mevcut. Kitabın içerisinde ayrıca Anav Kültürü kazılarında ele geçirilen buluntularla, Mezopotamya buluntularını kıyaslama şansınız var. Şahsi kanaatimce burada yapılan ufak bir hata var. O da Sümerlerin Akad-Babil dönemlerinde uğradığı yoğun Sami etki göz ardı edilerek, bu döneme ilişkin bulunmuş tabletlerden ve hikayelerden yola çıkarak, Türkmenlerle Sümerler arasında bağlar kurulmaya çalışılmış. Açıkçası elinizdeki bir tezi ispatlamak için, onun içerisinde eleştiriye açık bir nokta bırakmamak lazım, bunu yapıyorsanız da sebebini açıklamak gerekir diye düşünüyorum. Özellikle bu tip köken araştırmalarında, konudan daha fazla bahsedebilmek ve daha hacimli bir eser çıkarabilmek adına, Sami kökenin yoğun olduğu bağları da Sümer-Türkmen bağlarına ilişkin kanıt göstermek, haklı tezlerin beyhude itirazlarla çürütülmesine ve batılı tarihçilerin ön yargı ile kabul ettiği İndo-Germen kültür izlerini haksız yere bu köken araştırmalarının içine sokmasına yol açacaktır diye düşünüyorum. Bunun dışında özellikle kök kaynak konusunda bugün de bir çok bilim adamının düşündüğü gibi, Türkmenistan tarafından göçmüş olma ihtimalleri çok yüksek olan Sümerlerin kökleri açısından ayrı bir kefede tutulması gereken bir eser. Eğer Sümerlere ilişkin bir kütüphaneniz varsa, bu kitabı da muhakkak kütüphanenize dahil etmenizi tavsiye ederim.
Matematiğin Greklerin Hediyesi Olduğu Savının Çöküşü: Sumer Matematiği ve Sayıların Gizemi - İbrahim Okur
Babama göre "Matematik bilmeyen insan, yolda bile yürüyemez"! Eğitim hayatım boyunca bu söylemin ne anlam ifade ettiğini anlamak bir yana, her standart öğrenci gibi, matematiğin neresinin bu kadar gerekli olduğunu bulmaya çalışarak geçirdim. İnsan bazı şeyleri zamanla anlıyor. Gerçekten de, sayıyı bulan insanın onu hayatının bir sistemi haline getirişinin ve bu dünyada bir uygarlık kurabilmek için sayılardan oluşan sistemli bir hayatın yani "matematiğin" uygarlık için elzem bir şey olduğunun bilincine varmam zamanımı aldı. Bir hukukçu olmama rağmen, üniversite eğitimi sırasında matematik dersi almış olmanın ne kadar faydalı olabileceğini hayal ediyorum bazen. Çünkü her iş başvurusunda beylik bir cümle haline gelen "analitik düşünme yeteneği" ne sahip olabilmek için, matematik bilmenin bir ön şart olduğunu fark ediyorum. Ama sadece matematik bilmek her zaman yeterli olmayabilir. Uygarlıklarımızı, inançlarımızı, düşüncelerimizi anlamlandırabilmek için matematiğin tarihini bilmenin de büyük önemi olduğunu anlamamız gerek. Burada hareketle yıllardır, kendi müfredatımızda bile gerçekler tam tersi yönde olmasına rağmen, matematiğin Grek bilginler Tales, Pisagor ve Öklid sayesinde bize ulaştığı anlatılmaktadır. Oysa bu bilginlerden Tales Fenike'li, Öklid İskenderiye'lidir. Pisagor'un ise matematik öğrenmek için Babil'de eğitim gördüğünü bize aktaran yine bir diğer Anadolulu Herodot'tur. Daha da ilginci modern matematiğin başlangıcı sayılan çağdan 2.000 yıl önce Sümerler, aritmetik ve geometri alanında çığır açmışlar, Pisagor'a matematik öğreten Babilliler de bu bilgileri Sümerlerden almışlardır. İşte bu anlattığım kitapta bu temelde başlıyor. Okursoy Kitapları tarafından basılmış renkli kuşe kağıda tam 209 sayfa. Kitabın kalitesi çok iyi. Renkli resimler, çizimler ve görseller kitabı güzelleştiriyor. Bazı noktalarda bazı renkler gözü çok yormakla birlikte, bu kitaba ciddi bir özen gösterildiği açıkça ortada. Ayrıca kitap genelinde sayılar ve onların gizemli anlamları kullanılarak birçok husus irdelenmiş ve açıklanmaya çalışılmış. Bunların arasında efsaneler olduğu gibi Sümer ve Türk dilleri arasındaki bağlar da var. Kitabın genel konu dışında günümüz siyaseti ve algı yönlendirmesi gibi birçok farklı açıdan da bilgilendirdiğini belirtmem lazım.
Sümerlerde matematiğin gelişimi ile başlıyor kitap, daha sonra Sümerlerin bazı gök olaylarını hesaplamak için sayıları nasıl kullandığı anlatılıyor. Sümerlerin tabletlere kazımış olması sebebiyle tarihin en eski rakamları kitapta da belirtildiği gibi 1,2,3,4 değil 1,10,60,600,3600 rakamları. Bu rakamların hesaplama değerlerinin yanı sıra, metafizik açısından da ele alınmış bilgiler var. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bazı rakamların kutsal addedilmesi ve bu rakamların tarihin 5.000 yıl ötesinden bugüne halen aynı kararlılık ve tutarlılıkla gelmesini irdelemiş İbrahim Okur. Bu rakamların arasında 9,12,17 gibi rakamlar mevcut. Sümerlilerden bölgede ki birçok uygarlığa geçmiş 12 tanrılı sistem tespiti benim çok ilgimi çekti doğrusu.(Kitapta da yer alan bir husus ki, Türklerin 12 hayvanlı takvimi de bu noktada değerlendirilebilir) Kitapta 12 kültünden çok geniş şekilde bahsedilmiş ve birçok uygarlığın, dinin ve en son da Türklerin 12 rakamıyla ilgisi ayrıntısıyla anlatılmış. Ayrıca Türklerin özel sayısı olarak 9 sayısının öneminden bahsediliyor. Bu şekilde anlatınca kafanızda sürekli sayılardan bahseden bir kitap gibi canlanıyor olsa da, yazarın her konu başlığı altında hiç rastlamadığınız veya önemsemediğiniz başka konularda verdiği bilgiler ve çok can alıcı tespitleri mevcut. Kitap genelinde sadece sayılarla değil, sembollerle ilgili de bir bilgilere vakıf oluyorsunuz. Konuyla ilgilenenler varsa muhtemelen bilir, Pisagorcular vardır. sayıların gücüne inanan, Pisagor tarafından kurulan kadim bir dindir. Mesela bu kitapta onlara dair de bilgiler bulabiliyorsunuz. Kanaatimce özellikle baskı kalitesi sebebiyle ve içerdiği bilgilerle size yeni bir bakış açısı sunma konusunda ki üstünlüğüyle, Sümerlerle ilgilenmeseniz bile okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap. Yazar makine mühendisi olmasına karşın, tarih ve sayı bilim konularında çok ciddi emek sarf etmiş, zaten yayınladığı diğer kitaplarla birlikte ele alırsanız özellikle sayılar hakkında söz söyleme hakkını edinecek vasıfta olduğu tartışılmaz durumda. Kim bilir, belki de ülkemizde tarihçiler, arkeologlar; yani bu konuda fikir ve çalışma üretmesi gereken, akademik sıfatı sebebiyle yetkin sayılan kişiler, belli konuların ve uygarlıkların çevresinde takılıp kalmaktan daha öteye gidemediği için, bütün yük tarih ile alakası araştırma duygusundan kaynaklanan mühendislerin, doktorların ve hukukçuların omuzlarına kalıyordur.
Peki okuduklarım hakkında ne düşünüyorum? Sümerler gerçekten bir Ön-Türk uygarlığı olabilir mi? Uygarlık tarihindeki yerimiz nedir? Bütün bunlarla ilgili kısa bir süre içerisinde, okuduğum kitapların bende yarattığı etkiler, hayatıma açtıkları yeni pencereler, çok aradığım ve yeni bulduğum, konu hakkında birçok akademisyenin de dayanak olarak kullandıkları, tek bir başlıkta ayrıca incelenmeyi hak eden M. Ünal Mutlu'nun kitabı ve konunun geneliyle ilgili düşündüklerimi de son bir yazı da derleyip, toparlayıp Sümerler bahsini bitireceğim. Sonra mı?
Ondan sonra rotam beni Anadolu'nun kudretli imparatorluğu, kültür bilinçaltımızın yapı taşlarından biri olan Hititlere götürecek.
Henüz tarih maratonuma başlamadan önce elime geçmiş olan ilk İlmiye Çığ kitabıdır bu kitap. Hatta maratonuma başlama kararı aldığım Reha Oğuz Türkkan hocanın kitabını okuduğumda, Sümerler hakkında okumuş olduğum tek kitaptı. Tarih maratonu kapsamında kendime daha önce okumuş olduğum kitapları tekrar okuyacağıma dair söz vermiş olduğum için, İlmiye Çığ'ın bu kitabını ana kaynaklardan sonra tekrar okudum. Bu bölümde tanıtacağım diğer kitapların varlığını da bu kitapla öğrenip temin etmiştim. Çok aradığım ve henüz bulabildiğim M. Ünal Mutlu'nun kitabının varlığından da bu kitapla haberdar olmuştum. İlmiye Çığ'ın önsözde bildirdiği ve benim de bildiğim kadarıyla kendisinin Sümerler hakkındaki son kitabıdır. Doğal olarak yine Kaynak yayınları tarafından basılmış. Kitap aslında 268 sayfa, ancak bunun 91 sayfası İlmiye Çığ'ın kültür bağlarını incelediği bölümler, kalan kısmı ise aşağıda tanıtacağım kitapların içeriklerinden alınmış uzunca bir ekler bölümünden oluşuyor. Birinci bölümde tanıttığım Kramer'ın kitaplarında belki de bilimsel olarak henüz o kanıya varmamış olduğundan üstünde şiddetle durmadığı, ancak kitaplarında belirtmekten de kaçınmadığı bir iddiayı sunuyor İlmiye Çığ bize. Kendisinin aktardığına göre Türk Tarih Kurumu baskısı olan Tarih Sümer'de Başlar kitabını Kramer'a gönderdikten sonra 28 Eylül 1990'da Kramer'ın ölmeden kısa bir süre önce kendisine yazdığı bir mektupta geçiyor ifade. Spekülasyona yer vermemek adına ifadeyi aynan yazmakta fayda görüyorum:
"Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya'ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya'nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiçte uzak değildir."
Bu tespitin çağın en önemli Sümerologu tarafından yapıldığını ayrıca belirtmek isterim. Giriş kısmının ardından, kültür bağlarına ilişkin tetkik ettiği eserlerden ve konuyla ilgili kitap yazan akademisyenlerle yaptıkları fikir alış-verişlerinden bahsediyor. İlmiye Çığ'ın kültür benzerliği için ortaya koyduğu kanıtlardan ilki ortak adlar. Yer adları bağlantısıyla başlayan etimolojik ve toponomik benzerliklerden bahsediliyor. İlmiye Çığ'ın burada araştırılmak üzere not düştüğü Semerkant'ın, Sumerkent olarak okunabileceği konusunda ki tezi çok ilgimi çekti. Sümerler, kendilerine Kengerli veya Karabaşlı Halk diyorlar. Sümer ismi oturdukları yere verilen bir isim olup, daha çok Akadların ve Sami toplulukların kullandığı bir isim(mu-Şumerum - M.Ö.2. bin yıl ortalarında Sümer toprakları tamamen Sami-Semitik etkiye maruz kalmaktadır). Kenger ve Karabaşlı halk tanımlarının Orta Asya'da ve ayrıca Türk Kültüründe birçok karşılığı var. Orhun yazıtlarında ki "karabaşlı budun", Kenger isimli bir Türk boyu olması, Nahçıvan'da Kenger'in yer adı olarak kullanılması ve kitapta okuyabileceğiniz birçok bağlantı mevcut. Ortak adları; arkeolojik bulgular, kelime benzerlikleri, sayı sistemlerinden oluşan bağlantılar, efsane, masal, sembol, gelenek bağlantıları takip ediyor. Özellikle İlmiye Çığ'ın Gılgamış hakkında ki tespit ve doğru okumaya ilişkin yorumu fevkalade. İlmiye Çığ Sümerce de (g) harfini işaret eden sembolün bazen (b) olarak da okunabildiğinden bahisle bu ismin Bilge Kağan örneğindeki gibi Bilga-meş(bence Bilgamış gibi de okunabilir) olarak okunması gerektiğini söylüyor. Buna delil olarak da Gılgamış Destanında kahramanın her şeyi bilen, bilgili bir kişi olarak tarif edilmesini, ayrıca Sümer-Türk bağları açısından, birer Türk ismi olan Alpamış, Toktamış gibi isimlerle Bilgameş-Bilgamış isimlerinin fonetik olarak da bir benzerlik taşımasını gösteriyor. Bu düşünce, destanlar tarihi açısından çok ilgi çekici bir gelişme. Çünkü bu okunuş ve delil olarak gösterilen bağlantıların bilim dünyasında kabul görmesi demek, dünyanın ilk destan kahramanının bir Ön-Türk olduğunu kabul etmek anlamına gelmekte. Sümerler hakkında düşündüklerimi aktaracağım bir sonraki yazı da, başka hiçbir yerde henüz okumadığım, Bilgameş ile ilgili kimsenin üzerinde durmamış olabileceği bir benzerliği de naçizane sunacağım. Kitabı okumanız için daha fazla da ayrıntı vermek istemiyorum. Ancak bağlantılar çok dikkat çekici ve bir iki yerde belki çok zorlama bir şekilde bağ kurulmaya çalışılmış hissi verse de kitabın bütününde vurgulanan hususların çoğu, belirli süreç içerisinde ispatlanmış bilimsel nitelikte bağları içeriyor. Kitabın ilk 91 sayfasını inanılmaz bir heyecanla okudum. Ekler kısmının okunması hususunda, eğer aşağıdaki diğer kitapları okuyacaksanız, eklerin büyük bir çoğunluğu bu kitaplardan alınmış durumda olduğunu bilmenizde fayda var. Zaten ekler kısmı Sümerce olarak adlandırılan dil ile Türkçe arasındaki bağı kuruyor ki, diğer kitaplarda bu konudan daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Hasıl-ı kelam, muhakkak okumanızı tavsiye edeceğim bir kitaptır.
Elli Sayfada Beş Bin Yıl: Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi - Osman Nedim Tuna
Eminim çoğu insan, ilk bakışta elli sayfalık bir kitabın, Sümer tarihinin en önemli sorunlarından biri olan Sümerce ve dilin kökeni konusu gibi bir hususu çözmesini beklemiyordur. Ancak merhum Prof. Dr. Osman Nedim Tuna'nın bu konudaki yirmi yıllık çalışmasını içeren bu kitap bu iddiayı taşımakta. Üstelik şahsi fikrimi sorarsanız bu sorunu büyük oranda çözmüş bile. Türk Dil Kurumu yayınlarından çıkartılmış olan kitap 1990 yılında basılmış. Başlıktan da anlayacağınız gibi 50 sayfalık bir kitap. Ancak benim kategorilendirme sistemime göre kendi küçük ama içi dolu kitaplardan. Benim elimdeki en son baskılarından bir tanesi. Sümerolojinin en büyük problemlerinden olan dil ve okunuş sorunlarına bir çok farklı açıdan bakmayı olanaklı kılan bir eser. Osman Nedim hoca Sümerce ile Eski Doğu Türkçesi arasında -ki burada Çağatay Türkçesi esas alınmakta- 169 çift benzer kelime bulmuş. Bu kelimelerin bazıları aynen yapısını korumakla birlikte bazıları da bir dilin gelişim sürecinde izleyebileceği olağan gelişmeler doğrultusunda sergileyebileceği maksimum değişiklikler dikkate alınarak tespit edilmiş. Kitabın üçüncü bölümünde öyle bir olasılık hesabı verilmekte ki, gerçekten de dudak uçuklatıcı. Sümerce ve Türkçe'nin her ikisinde 5.000 kelime olduğu varsayımından hareketle yapılan ihtimal hesabında iki dil arasında tarihi bir bağ olmaksızın tesadüfen bir kelimenin var olması şansı yirmi beş milyonda bir ihtimal olarak gösteriliyor. Düşünün ki bu kitapta bu şekilde 169 benzer kelime var. Üstelik eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşıp, araştırmanın filolojik açıdan tamamen bilimsel nitelikte olduğunu da göz ardı ederek, bu kelimelerin yarısı dahi uymuyor desek, geriye kalan 85 benzer kelimeyi nasıl açıklayacağımızı düşünmek bile ihtimal dışı geliyor. Zaten kitap içeriğinde gramer yapıları, ekler ve cümlelerin dizilişi gibi kriterler açısından da baktığınızda Sümercenin, dünya üzerinde Türkçeden başka hiçbir dil ile bundan daha fazla uyumlu olamayabileceğini anlıyorsunuz. Osman Nedim Tuna birçok akademik platformda bu tezi ayrıntıları ile sunmuş ve Sümercenin incelenmesi açısından bir takım kanunlar belirlemiş. Akademik bir çalışma olduğu için dilbilime (filoloji) dair bazı kavramlara hakim değilseniz, belirli yerlerde küçük kopuşlar yaşayabilirsiniz. Bir de Osman Nedim Tuna'nın akademik kariyerinin önemli bölümünün Amerika'da geçmesinden kaynaklanan, yerine Türkçe'sini bulamadığı(!?) ingilizceden iktibas bazı kelimeler içinde ingilizce bilginizin belirli bir düzeyde olması kitabı sizin için akıcı kılabilir.
Osman Nedim Tuna bu konu üzerinde çok uzun süre çalışmış, birçok akademisyene tezini kabul ettirmiş. Hali hazırda da Sümer-Türk dili arasındaki bağlantıyı çürütebilecek bilimsel kanıtlar sunabilen yok. Sümerlerden haberdar olunduğu tarihten itibaren bir kaç bilim adamı hariç, Sümerologların tamamı bu dili, Hint-Avrupa dili olarak algılamaya ve algılatmaya çalıştıkları için ve aynı zamanda Osman Nedim Tuna'nın bakış açısı, bu bilim adamlarının uzun akademik kariyerlerini bir hiç uğruna harcamış olabilecekleri anlamına geldiği için, bir çok batılı tarihçi ve akademisyen Sümerlerle Türklerin bir bağı olmamasına dair bir ön kabule sahip. Bilimsel anlamda hiçbir eleştiride bulunamayan, tarafsızlığını yitirmiş tarihçilerin, akademik olarak bir cevap veremedikleri Osman Nedim Tuna'nın tezlerini uçuk bulmasının sebebi, kanaatimce bugün tam anlamıyla uygarlığın başlangıcı sayılan bir kültürün köklerinin Orta Asyalı bir topluluğa dayandırılmasından duydukları korkudan ileri gelmektedir. Hakeza Osman Nedim Tuna'nın araştırması ile ilgili olarak kitabın "Sonsöz" kısmında yer alan ifadeler ve dile getirişinde ki samimiyet, bu çalışmanın akademik anlamda ne ifade etmesi gerektiği konusunda yeterince açıklayıcıdır. Okuması toplamda en fazla 2 saatinizi alabilecek bir kitap. Özellikle bu konularda araştırma yapıyorsanız biçilmez kaftan olduğunu düşünüyorum.
Dünya Öküzün İki Boynuzu Arasındadır: 5.000 Yıllık Sümer-Türkmen Kültür Bağları - Begmyrat Gerey
Kitabın başlığından da anlayacağınız gibi, Sümerlerle Türkler arasında bağ kurulmaya çalışılan ve bu anlamda akademik çalışmalar yapılan tek Türk ili Türkiye Cumhuriyeti değil. Türkmenistan'da da özellikle Türkmen arkeologlar yetişmeye başladığı ve Anav Kültürü hakkında derin araştırmalar yapılmaya başlandığı çağdan bu yana, bu çalışmalar Sümeroloji ile büyük oranda parallellik arz etmektedir. Kitap IQ Yayınları tarafından basılmış. 224 sayfa, 2000 yılında yazılmış bir kitap. Begmyrat Gerey giriş kısmında neden böyle bir çalışma yapmanın gerekliliğini hissettiğini ayrıntılarıyla anlatarak başlıyor. Daha sonra bundan 100 yıl önce ütopik sayılan, ancak günümüz jeologlarınca var olduğuna dair ciddi kanıtlar bulunan Turan Ovasından bahsederek konu açılıyor. Özellikle Anav kültürü ile ilgili açıklamaları muazzam. Bilmeyenler için kısa bir bilgi olarak geçeyim; Anav kültürü Türkmenistan bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkan M.Ö. 7.000- M.Ö. 5.000 yılları arasında yaşadığı düşünülen bir uygarlık için kullanılan addır. Hatta bazı arkeologlar bu tarihin rahatlıkla M.Ö. 9.000'li yıllardan başlamış olabileceğini iddia etmektedir. Bu kültür hakkındaki önemli nokta, ardılları olan Andronovo Kültürü (Yukarı Kazakistan), Afanesyevo Kültürü (Altay Dağlarının Kuzeybatısı) ile birlikte Türk medeniyetinin köklerini taşıyor olmasıdır. Antropolojik, etimolojik ve filolojik deliller de aksi kabul edilemeyecek bir biçimde bu kültürlerin Ön-Türk izi taşıdığını göstermektedir. Resmi tarihimize ve batılıların bize dayatmaya çalıştığı "Barbar-Göçer Türkler" tezine inat, M.Ö. 7.000 tarihinde o bölgede yerleşik bir medeniyet olduğu, tuğladan evlerde oturdukları ve Sümerlerden 3.000 yıl önce o bölgede tarım yapılmakta olduğu belirtilmektedir. Anav Kültürü kazılarında Sümer heykelleri ile uyum sağlayan Öküz başı heykelleri ve hatta Sümerce yazı dilinin daha ilkel örneği olabilecek yazı örnekleri bulunmuştur. Begymrat Gerey'de bunları anlatarak başlıyor kitabına. Kenger isminden bahsediliyor ki, daha önce de belirttiğim gibi Kenger ismi Sümerlilerin kendilerine verdikleri isim. Yer adları, kişi adları ve daha birçok bağ sıralanıyor. Daha sonra Sümerlere ilişkin benim ilk bölümde dört kitapta okuduğum toplam bilginin özeti olabilecek bir değerlendirme var. Buradan Türkmenlerin ataları ile Mezopotamya Kültürü arasındaki bağlarla kitap tam gaz devam ediyor.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde; din, inanç sistemleri ve karşılaştırmalı efsanelerle ilgili hem Sümerlerle, hem de Türkmenlerle ilgili çok doyurucu bilgiler ediniyorsunuz. Kendi adıma, dedemin babama, babamın da küçükken bizlere anlattığı masalların 7.000 yıllık bir anlatının ürünü olduğunu fark etmek beni hayrete düşürdü. Benzeri bir durumu Dede Korkut hikayelerinde de yaşamış olmamdan bahisle, bu toprakların insanlarının, hiçbir bilimsel, akademik kaygı gütmeksizin, halen ne olduğunu adlandıramadığım bir dürtü ile Orta Asya'dan Tuna'ya çocuklarına aynı hikayelerin farklı varyasyonlarını anlatıyor oluşları muazzam bir kültür mirasına sahip olduğumuzu düşündürüyor bana. Daha sonra tıpkı yukarıda anlattığım Osman Nedim Tuna'nın kitabındaki gibi Sümer-Türk dilleri ilişkisi irdeleniyor. Burada çok ilginç bir anekdot var. Begmyrat Gerey Osman Nedim Tuna'nın kitabını okumadan önce, Sümerce ile eski Türk dilleri arasında bağlantı olduğunu düşündüğü kelimeleri tek tek not alıp, kitabı için hazırlıyor. Daha sonra Osman Nedim Tuna'nın araştırmasını okuyup, kendi elindeki kelimelerle karşılaştırma yaptığında her iki karşılaştırmanın da neredeyse birebir aynı olduğunu fark ediyor. Kramer'ın kitabında da Sümercenin çözümüne ilişkin üç Sümeroloğun aynı metinleri birbirlerinden habersiz deşifre edip karşılaştırmaları ve deşifrelerin birbirine çok benzemesi gibi bir durum bu. Ancak Osman Nedim Tuna ve Gerey'in bulduğu benzerliklerin aynı zamanda Sümer dilinin Türk dilleri vasıtasıyla çözülebileceği yolunda da çok önemli bir gösterge olduğuna inanıyorum. Kitabın son kısmında da ileride yapılabilecek çalışmalara kaynak olabilecek Sümerce-Türkmence küçük bir sözlükte mevcut. Kitabın içerisinde ayrıca Anav Kültürü kazılarında ele geçirilen buluntularla, Mezopotamya buluntularını kıyaslama şansınız var. Şahsi kanaatimce burada yapılan ufak bir hata var. O da Sümerlerin Akad-Babil dönemlerinde uğradığı yoğun Sami etki göz ardı edilerek, bu döneme ilişkin bulunmuş tabletlerden ve hikayelerden yola çıkarak, Türkmenlerle Sümerler arasında bağlar kurulmaya çalışılmış. Açıkçası elinizdeki bir tezi ispatlamak için, onun içerisinde eleştiriye açık bir nokta bırakmamak lazım, bunu yapıyorsanız da sebebini açıklamak gerekir diye düşünüyorum. Özellikle bu tip köken araştırmalarında, konudan daha fazla bahsedebilmek ve daha hacimli bir eser çıkarabilmek adına, Sami kökenin yoğun olduğu bağları da Sümer-Türkmen bağlarına ilişkin kanıt göstermek, haklı tezlerin beyhude itirazlarla çürütülmesine ve batılı tarihçilerin ön yargı ile kabul ettiği İndo-Germen kültür izlerini haksız yere bu köken araştırmalarının içine sokmasına yol açacaktır diye düşünüyorum. Bunun dışında özellikle kök kaynak konusunda bugün de bir çok bilim adamının düşündüğü gibi, Türkmenistan tarafından göçmüş olma ihtimalleri çok yüksek olan Sümerlerin kökleri açısından ayrı bir kefede tutulması gereken bir eser. Eğer Sümerlere ilişkin bir kütüphaneniz varsa, bu kitabı da muhakkak kütüphanenize dahil etmenizi tavsiye ederim.
Matematiğin Greklerin Hediyesi Olduğu Savının Çöküşü: Sumer Matematiği ve Sayıların Gizemi - İbrahim Okur
Babama göre "Matematik bilmeyen insan, yolda bile yürüyemez"! Eğitim hayatım boyunca bu söylemin ne anlam ifade ettiğini anlamak bir yana, her standart öğrenci gibi, matematiğin neresinin bu kadar gerekli olduğunu bulmaya çalışarak geçirdim. İnsan bazı şeyleri zamanla anlıyor. Gerçekten de, sayıyı bulan insanın onu hayatının bir sistemi haline getirişinin ve bu dünyada bir uygarlık kurabilmek için sayılardan oluşan sistemli bir hayatın yani "matematiğin" uygarlık için elzem bir şey olduğunun bilincine varmam zamanımı aldı. Bir hukukçu olmama rağmen, üniversite eğitimi sırasında matematik dersi almış olmanın ne kadar faydalı olabileceğini hayal ediyorum bazen. Çünkü her iş başvurusunda beylik bir cümle haline gelen "analitik düşünme yeteneği" ne sahip olabilmek için, matematik bilmenin bir ön şart olduğunu fark ediyorum. Ama sadece matematik bilmek her zaman yeterli olmayabilir. Uygarlıklarımızı, inançlarımızı, düşüncelerimizi anlamlandırabilmek için matematiğin tarihini bilmenin de büyük önemi olduğunu anlamamız gerek. Burada hareketle yıllardır, kendi müfredatımızda bile gerçekler tam tersi yönde olmasına rağmen, matematiğin Grek bilginler Tales, Pisagor ve Öklid sayesinde bize ulaştığı anlatılmaktadır. Oysa bu bilginlerden Tales Fenike'li, Öklid İskenderiye'lidir. Pisagor'un ise matematik öğrenmek için Babil'de eğitim gördüğünü bize aktaran yine bir diğer Anadolulu Herodot'tur. Daha da ilginci modern matematiğin başlangıcı sayılan çağdan 2.000 yıl önce Sümerler, aritmetik ve geometri alanında çığır açmışlar, Pisagor'a matematik öğreten Babilliler de bu bilgileri Sümerlerden almışlardır. İşte bu anlattığım kitapta bu temelde başlıyor. Okursoy Kitapları tarafından basılmış renkli kuşe kağıda tam 209 sayfa. Kitabın kalitesi çok iyi. Renkli resimler, çizimler ve görseller kitabı güzelleştiriyor. Bazı noktalarda bazı renkler gözü çok yormakla birlikte, bu kitaba ciddi bir özen gösterildiği açıkça ortada. Ayrıca kitap genelinde sayılar ve onların gizemli anlamları kullanılarak birçok husus irdelenmiş ve açıklanmaya çalışılmış. Bunların arasında efsaneler olduğu gibi Sümer ve Türk dilleri arasındaki bağlar da var. Kitabın genel konu dışında günümüz siyaseti ve algı yönlendirmesi gibi birçok farklı açıdan da bilgilendirdiğini belirtmem lazım.
Sümerlerde matematiğin gelişimi ile başlıyor kitap, daha sonra Sümerlerin bazı gök olaylarını hesaplamak için sayıları nasıl kullandığı anlatılıyor. Sümerlerin tabletlere kazımış olması sebebiyle tarihin en eski rakamları kitapta da belirtildiği gibi 1,2,3,4 değil 1,10,60,600,3600 rakamları. Bu rakamların hesaplama değerlerinin yanı sıra, metafizik açısından da ele alınmış bilgiler var. Kitabın ilerleyen bölümlerinde bazı rakamların kutsal addedilmesi ve bu rakamların tarihin 5.000 yıl ötesinden bugüne halen aynı kararlılık ve tutarlılıkla gelmesini irdelemiş İbrahim Okur. Bu rakamların arasında 9,12,17 gibi rakamlar mevcut. Sümerlilerden bölgede ki birçok uygarlığa geçmiş 12 tanrılı sistem tespiti benim çok ilgimi çekti doğrusu.(Kitapta da yer alan bir husus ki, Türklerin 12 hayvanlı takvimi de bu noktada değerlendirilebilir) Kitapta 12 kültünden çok geniş şekilde bahsedilmiş ve birçok uygarlığın, dinin ve en son da Türklerin 12 rakamıyla ilgisi ayrıntısıyla anlatılmış. Ayrıca Türklerin özel sayısı olarak 9 sayısının öneminden bahsediliyor. Bu şekilde anlatınca kafanızda sürekli sayılardan bahseden bir kitap gibi canlanıyor olsa da, yazarın her konu başlığı altında hiç rastlamadığınız veya önemsemediğiniz başka konularda verdiği bilgiler ve çok can alıcı tespitleri mevcut. Kitap genelinde sadece sayılarla değil, sembollerle ilgili de bir bilgilere vakıf oluyorsunuz. Konuyla ilgilenenler varsa muhtemelen bilir, Pisagorcular vardır. sayıların gücüne inanan, Pisagor tarafından kurulan kadim bir dindir. Mesela bu kitapta onlara dair de bilgiler bulabiliyorsunuz. Kanaatimce özellikle baskı kalitesi sebebiyle ve içerdiği bilgilerle size yeni bir bakış açısı sunma konusunda ki üstünlüğüyle, Sümerlerle ilgilenmeseniz bile okumanızı tavsiye edeceğim bir kitap. Yazar makine mühendisi olmasına karşın, tarih ve sayı bilim konularında çok ciddi emek sarf etmiş, zaten yayınladığı diğer kitaplarla birlikte ele alırsanız özellikle sayılar hakkında söz söyleme hakkını edinecek vasıfta olduğu tartışılmaz durumda. Kim bilir, belki de ülkemizde tarihçiler, arkeologlar; yani bu konuda fikir ve çalışma üretmesi gereken, akademik sıfatı sebebiyle yetkin sayılan kişiler, belli konuların ve uygarlıkların çevresinde takılıp kalmaktan daha öteye gidemediği için, bütün yük tarih ile alakası araştırma duygusundan kaynaklanan mühendislerin, doktorların ve hukukçuların omuzlarına kalıyordur.
Peki okuduklarım hakkında ne düşünüyorum? Sümerler gerçekten bir Ön-Türk uygarlığı olabilir mi? Uygarlık tarihindeki yerimiz nedir? Bütün bunlarla ilgili kısa bir süre içerisinde, okuduğum kitapların bende yarattığı etkiler, hayatıma açtıkları yeni pencereler, çok aradığım ve yeni bulduğum, konu hakkında birçok akademisyenin de dayanak olarak kullandıkları, tek bir başlıkta ayrıca incelenmeyi hak eden M. Ünal Mutlu'nun kitabı ve konunun geneliyle ilgili düşündüklerimi de son bir yazı da derleyip, toparlayıp Sümerler bahsini bitireceğim. Sonra mı?
Ondan sonra rotam beni Anadolu'nun kudretli imparatorluğu, kültür bilinçaltımızın yapı taşlarından biri olan Hititlere götürecek.
Yorumlar
Yorum Gönder