"Onu hem bırakmak, hem de öpmek istiyordum.
Hangisini yapacağıma da karar veremiyordum.
Çok gençtim. Öptüm onu."
Bazı romanlar diyerek sınıflama yapamayacağınız bir romanı tanıtacağım bugün sizlere. Trevanian ile tanışmam Şibumi adlı güzel romanı ile başlamıştı. Nikolai Hel karakterinin gerçeklik üstü betimlenişi, içten içe, "yok artık daha fazlası da olamaz" dedirtirken, bir yandan da bende karakterin vasıflarına sahip olma arzusu uyandırmıştı. Katya'nın Yazı hakkında pek fazla yorum işitmiş, olumlu ya da olumsuz pek çok farklı yönlendirmeye maruz kalmıştım. O yüzden kitabı okumaya başladığımda benim kitap humması dediğim, ikircikli, karmaşık duygular içerisindeydim. Bir okur olarak, okumadığınız bir kitaba dair en yorucu şey nedeni belirtilmeden başkalarının bir kitabı sevip sevemeyeceğinize dair yorumlarda bulunmalarıdır. Aslında bu blogda kitapların içerikleri olmasa da kendilerine dair ayrıntılı bilgi vermek fikrini kafamda oluşturanlardan birisi de bu olmuştur. O yüzden sizinle açık konuşmalıyım; Bu kitabı sevip sevemeyeceğinizi bilemem. Ancak konusu, yazımı, hissettirdikleri itibariyle gerçekten okunmayı hak eden bir kitap. Kısa künyesine bakarsak E Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 232 sayfa. Şibumi'yi tanıtırken size Trevanian'dan biraz bahsetmiştim. Gizemli bir yazar ve ölümüne kadar öyle kalmak konusunda epey ısrar etmiş. Bu kitap, Trevanian gizeminden çok şey barındırıyor, yine de kitap süresince epey uzun süren bir süreçte bunun farkına varamıyorsunuz. Kitabın anlatımı, roman kahramanı Jean-Marc Montjean tarafından üstlenilmiş durumda. Birinci tekil şahıs görüşünden anlatılan romanlara karşı biraz ön yargılıyımdır aslında. Kitaba kuş bakışı hakim olma güdümü körelten ve romanın kahramanının bakış açısına hapsolmama sebep olabilecek bir anlatım tarzıdır. Ancak Trevanian'ın üslubundan olsa gerek, bu kitapta pek garipsemedim bu durumu. Aksine Montjean'ın anlatımı okuyucunun empati kurmasını kolaylaştıran ve romanın havasına çabuk girmesini sağlayan bir üslup üzerine kurulmuş. Bu anlatımla birlikte Bask topraklarında geçen bir gençlik aşkının hikayesine kapılacakmış gibi hissediyorsunuz. Eğer Trevanian hayranı biri olup da Katya'nın Yazını yeni okumaya başlamış iseniz; bu durumda da acaba Trevanian aşkı nasıl anlatıyor diye meraklanmanız mümkün.
Oysa Trevanian'ın yazım gücü ve dehası burada yatıyor. Siz kitabın neredeyse 150 sayfalık bölümü boyunca bir aşk hikayesine tanıklık ettiğinizi düşünürken, aslında kitabın başından bu yana gelen küçük ayrıntılar ve hissettirmeden okuyucuya zerk edilen düşük doz gerilim, kitabın sonlarına yaklaştıkça artık dimağınızda bol miktarlara ulaştığından sizi olması gerekenden fazla geriyor. Montjean'ın Katya'ya duyduğu aşk, onun tuhaf babası ve başlangıçta itici bulacağınız; ancak zamanla kendisine kalbinizde iyi bir yer edinebilecek ikiz kardeşi Paul'ün ilk bakışta okuyup geçeceğiniz, ancak romanın sonuna ciddi şekilde tesir etmeye başlayan diyalogları ve tuhaflıkları bu gerilimi okuyucuya ciddi şekilde kazandırıyor. Trevanian'ın bilgeliğinden kitaptaki pek çok karakter de payını almış durumda. Dr. Gross ile Montjean'ın sohbetleri küçük hayat dersleri eşliğinde geçiyor. Başlangıçta psikolojik gerilim olduğunu bilmenize rağmen, kitapta uzun süre Montjean'ın hoyrat gençliğini ve Katya'nın beyaz elbiseler içerisindeki güzelliğinin nasıl bir gerilim getirebileceğini düşünürken, ilk ipuçları ile başlayan gerilim, son kırk-elli sayfaya geldiğinizde artık ciddi bir şekilde rahatsız edici ve ürpertici bir hal alıyor. Kitabın sonuna yaklaştıkça, kitabın sonu için biçilen senaryolarımın birer birer çöküşü benim kitabı çok beğenmeme de sebep olmuş olabilir. Diyaloglar, yan karakterler, ana karakterler kitaptaki yerlerini o kadar sağlam almış durumda ki, bu kurguyu oluşturan kaleme saygı duymamak elde değil. Ayrıca Trevanian'ın Bask coğrafyasını anlatırken kullandığı betimlemeler, sizi hiç tanımadığınız o yerlerde yabancılıktan kurtaracak düzeyde. Bununla birlikte son kısıma ulaşana kadar sürükleyici olmakla birlikte, akıcı olmayan bir kitap. Anlatmaya çalıştığım kitabın sıkıcı olması değil, sizi çok esrarengiz ve çözülmesi karışık bir gizeme hazırlarken bunu hızla, hevesle, bir an önce kitabın sonuna ulaşma arzusuyla götürmesi. Fakat bu sürükleyiciliğin içerisinde kitabı kenara koyup bir kaç saat ve hatta belki bir iki gün unutsanız, tekrar okumaya başladığınızda sürükleyiciliği itibariyle sizi bıraktığı yerden tekrar romana adapte edebiliyor.
Trevanian'ın Şibumi'si ve bu kitap arasında o kadar ciddi farklılıklar mevcuttur ki, bu kitapları farklı iki yazarın yazmış olduğunu düşünebilirsiniz. Bu durum Trevanian'ın özellikle bu iki kitabı için geçerlidir. Bence iki romanın kıyaslamasını yapmak da yanlış bir yol olur. Zira dokuları ve sonuca varış şekilleri pek farklı iki romandan bahsediyorum. Şibumi'de sayfa sayfa aksiyonun içerisine yedirilmiş mükemmel bir kurgu ve felsefenin varlığından kaynaklanan bir okuma susuzluğu mevcuttur. Öyle ki her sayfayı kana kana okursunuz. Katya'nın Yazı ise daha çok, sizi etkileyici bir finale hazırlayan bir spor müsabakası gibi, ortada geçen bir maçın, son dakikalarında inanılmaz heyecan verici olayların yaşanması gibi bir durum yaşatır. Katya'nın Yazı ayrıca, çok basit ama vurucu tahlilleri ile okuyucuya kurguyu takip etmenin yanı sıra da ayrı bir haz yaşatmaktadır. Her karakterin kendi penceresinden haklı önermeler oluşturduğu, gerçekten üst düzey diyalogları içeren bir kitap. Jean-Marc Montjean'ın ömrü boyunca unutamayacağı gençliğinin yazını, gıdım gıdım ilerleyen bir gerilimin eşliğinde okumanın özellikle bu türü seven okuyucu için büyük bir zevk olacağına inanıyorum. Trevanian aşktan da, gerilimden de, psikolojiden de ne kadar iyi anladığını bu romanıyla ciddi şekilde göstermiş durumda. Başlangıçta söylediklerime gelince; size dilim döndüğünce ve dimağım elverdiğince neden bu kitabı okumanız gerektiğini anlattım. Kuru kuruya mutlaka bu kitabı okumalısınız demiyorum. Bu kitabı okumalısınız, çünkü okunmayı hak edecek kadar heyecan verici, güzel kurgulanmış, karakter tahlilleri üst düzey ve sizi sonuca götürürken geriyor ama yormuyor. Hala Trevanian okumadıysanız, başlamak için en ideal kitaplarından biri karşınızda duruyor.
Okumanın zevkini her harfte dolu dolu yaşamanız dileğiyle, bir sonraki kitapta görüşmek dileğiyle.