Döneminin Tartışma Yaratan Romanı : İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali

"Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve 
kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?"



Türk Edebiyatını bu zamana kadar pek ihmal ettiğimi düşünerek, iki üç aylık bir dönemde, bu zamana kadar okumamış olduğum kitaplardan bir derleme yapıp, kütüphaneme bir dolu yeni misafir kabul ettim. Açıkçası edebiyatımızın bir dönemine epey yabancı olduğum hissiyle karşı karşıyaydım. Bu noktada aslında ne gibi tartışmalara ve fırtınalara yol açtığını bilmeden Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ını okumak için aldım. Sabahattin Ali hakkında belirli bir görgüm, fikri hayatına ve yazdıklarına dair yüzeysel de olsa bir bilgim var. Açıkçası kitabını okuduğum bir yazarın görüşleri de beni pek fazla alakadar etmez. Zira benim için öğrenilebilecek veya anlatılabilecek yeni nelerin olduğu daha önemli gelmiştir hep. İşte bu düşüncelerle hiç alakası olmaksızın, kitabı elime aldığımda, Selim İleri'nin önsözünde kitabın yol açtığı tartışmalar ve Nihal Atsız ve Sabahattin Ali'nin ayrı ayrı büyük edebi kişilikler olması ve bu romanın siyasi tartışmalardan uzak kalınarak okunması gerektiği konusundaki görüşünü okuyunca, bende tam aksini hissetme zarureti hasıl oldu. Neyse bu kısıma tekrar geleceğim. Kitap Yapı Kredi Kültür Yayınları tarafından yayınlanmış, artık kendi klasikleri haline gelen kapak tasarımına sahip, karton kapaklı 268 sayfalık bir romanı tanıtacağım sizlere. Dedim ya hiç aklımda yokken Selim İleri'nin bahsettiği tartışmalar bende bir uyanıklık hali getirdi ve kitaba başlamadan önce, bu tartışmanın ne olduğunu öğrenmek için bir dizi araştırma yaptım. Üstünkörü bir şekilde Atsız ve Sabahattin Ali arasındaki tanışıklığı ve gerilimi bilmekle birlikte, Atsız'ın bu romana ithafen yazdığı "İçimizdeki Şeytanlar" yazısını hiç okumamıştım. O yazıyı okuduktan sonra da romana ne yazık ki Selim İleri'nin bahsettiği bütün eleştirilerden sıyrılmış bir şekilde bakabilmek pek mümkün olmadı. Aslında güzel bir şekilde başlayan ve kısa bir süre içerisinde insanı içine çeken kitap, yazarın gerçek hayattan ilham aldığı ilk bakışta ortaya çıkan karakterlerinin arz-ı endamı ve onlara romanda tabiri caizse, rahat ve usturupsuz bir şekilde ithamda bulunabilmesi karşısında yavaş yavaş çekiciliğini kaybetti. Olay örgüsü Ömer ve Macide karakterlerinin etrafında cereyan eden olaylardan "bu muhafazakar sağ kesim insanı da işte böyle gizliden gizliye pis huylar, kötü karakterler barındırır" mesajı veren enteresan detaylara bağlanınca roman bütün akıcılığını kaybediyor.

Oysa bazı sahnelerin anlatımı o kadar gerçekçi ki, keşke aynı anlatım gücü bütün romana sirayet edebilse diyorsunuz. Hele Ömer'in Macide için çorap çaldığı sahnede, sanki çorabı kendiniz çalmış da kaçıyormuş gibi ter içinde kalabiliyorsunuz. Romanı tutarsız kılan en önemli detay, bir aşk hikayesi olarak başlayan kurgunun, ara ara bir ideolojiye giydirmekle meşgul siyasi bir roman havasına bürünmesiyle alakalı. Yazıldığı dönemde milliyetçi cenahtan aldığı ağır tepkilerin sebebini ise salt bu romanı yazması olarak algılamıyorum. Aslına bakarsanız Nihal Atsız'ın yazısında öne sürdüğü iddia ve cevabi hakaretleri de uygun bulmuyorum. Lakin şöyle bir durum var ki, Sabahattin Ali tarafından salt bir kaç insanı ağır şekilde eleştirmek ve onlara hakaret etmek amacıyla yazılmış bir roman olduğu ne yazık ki sırıtıyor. Nihal Atsız'ın en ağır tepkiyi vermesi belki de, yazarın kendiyle özdeşleştirdiği Ömer karakterinin en yakın arkadaşı olarak beliren Nihat karakterinde bizzat Nihal Atsız'ın kişileştirilmesinden kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra, Peyami Safa'yı ikinci sınıf bir romancı olarak nitelenen İsmet Şerif karakteri ile özdeşleştirmek, öğrencilerinin eşlerine bile kötü gözle bakabilecek bir karakter olan Profesör Hikmet Bey'in, Prof.Dr. Mükrimin Halil Yinanç ile özdeşleştirilmesi  vb. pek çok bağlantı var. Aslında romanı okuduktan sonra, ağır hakaretleri bir yana olmak üzere, Atsız'ın tenkitlerini okuma şansınız olursa ve dönem tarihine ilişkin bir iki kitap okumuşsanız, bahsedilen pek çok kişinin, yazar tarafından kurgunun içine gömüldüğünü fark edebilirsiniz. Kaldı ki bu böyle olmasa bile, romanın Ömer ve Macide'nin ilişkisindeki tutarsızlıklardan, sürekli "vatan, millet uğruna gençleri kandırıp onları teşkilatlandıran, kötü niyetli, arkadaşının ve dostunun karısına yan gözle bakan, kafası dolu gibi gözüküp, bomboş şeylerden bahseden" düşünce ehli insanların etrafına dönmesi yeterince soğutucu olabiliyor. Halbuki bunlara gerek olmaksızın, Sabahattin Ali'nin başarılı ruhi tahlillerini içeren metinler korunarak, insan varlığının doğasını sorgulamaya girişen müthiş bir psikolojik roman ortaya çıkabilirdi. Ömer'in içinde olduğuna inandığı şeytanı romanın muhtelif yerlerinde, çok az referans alarak görmek de, aslında romanın ana fikri olarak sunulan olgudan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Oysa romanın bazı bölümleri gerçekten olağanüstü. Karakterlerin kendi ruh durumlarına göre yaptıkları bazı tespitler de ilgi çekici, hatta bazen makul düşünmek gerektiğinde, siyasi maksatlı eleştirilerde çok iyi dozajda verilmiş, mühim mesajlar var. Lakin yazarın bir tarafı yerme maksadı o kadar çok sırıtıyor ki, okuduğunuz şeyden aldığınız keyif rahatsız edici bir şekilde bozuluyor. Bir önce incelemesini yapmış olduğum kitapta burada bahsedilenin yüzde biri gibi bir itham için dahi kendi rahatsızlığımdan bahsetmişken, buradaki duruma sırf yazar Sabahattin Ali diye aman ne güzelmiş diyerek geçmek mümkün olmuyor. 

Bu kitap tamamıyla siyasi tenkit için yazılmış bir roman olsa, muhakkak çok çok daha makbul karşılayıp, keyifle okurdum. Ancak Ömer ve Macide'nin ilginç ilişkilerinden, dar ve kalıp altına alınmış siyasi tenkitlere gidip gelirken insan epey yoruluyor ve zaman zaman devam etmeye olan inancı kaybolabiliyor. Bazı bölümlerde özellikle Macide'nin mektubu bölümünde bazı satırları atlamak zorunda hissettiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü üç sayfadan fazla süre Macide'nin ayrılık mektubuna tahammül edemedim. Selim İleri'ye hak vermek lazım, belki de bu romanı bütün bu tartışmalardan sıyrılıp okuduğumuz takdirde, Sabahattin Ali'nin ustalığı daha çok göze çarpacak. Buna rağmen yukarıda bir paragraf olan bölüm olmasa dahi, okuyucuyu yorabilecek fazla uzun tespitleri de romana aynı ölçüde zarar veriyor. Hakkını teslim etmek gerekirse, içinde geçtiği dönemi mükemmel anlatıyor ve siyasi eleştirilere saplanmadığı yerlerde okuyucuya atmosferi yaşatmak konusunda bariz bir üstünlüğü var. Bunun yanı sıra hem felsefi anlamda, hem de düşünce dünyasını genişletmek amacında çok kalender ve mahir cümle ve tespitlere rastlıyorsunuz. Aslında yazarın anlatım gücünün olağanüstülüğüne bir delil de karakterleri anlatışındaki mahirlik. Örneğin, kişilik olarak baktığınızda, içindeki şeytana uymadığı zamanlar, iyi bir karakter olarak anlatılan Ömer, aslında makul normlarla değerlendirildiğinde, romanda yerilen kötü karakterlerden çok daha ağır kişilik bozukluklarına sahip. Buna rağmen Sabahattin Ali'nin anlatım gücü sayesinde Ömer'in aslında iyi bir insan olduğunu kabulleniyorsunuz. Bence salt bu nokta dahi romancılık başarısını gösterir nitelikte. Buna karşın, İçimdeki Şeytan çok iyi mi diye sorarsanız, tamamen okuma zevkinize kalmış diyorum. Bu konuda, Selim İleri'nin önsözdeki tavsiyesine uymak için çaba harcarsanız, ortaya uzun ve bazen yorucu psikolojik çıkarımlara karşın, ilginç bir hikaye sunan bir kitap okumuş olabileceğinizi söylemekten başka elimden bir şey gelmiyor. Son bir not olarak, yukarıdaki resimde de açık bir şekilde göreceğiniz üzere, şöyle ya da böyle kendimi kaptırmış okuyorken, bütün okuma keyfimi baltalayan ve romanın yaklaşık otuz kadar sayfasını hiç eden, idefix'e de teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Bunu daha önce de Tolstoy'un İvan İlyiç'in Ölümü adlı kitabında yapmışlar, ancak takılmamıştım. Belki de çoklu kitap siparişi veren okurların, nasılsa bütün kitapları okumayacaklarından hareketle, araya böyle bir kaç defolu kitap sıkıştırmakta pek bir beis görmüyorlar. Ne diyelim, en azından bu kitap bana online kitap alışverişinde büyük bir değişiklik yapma fırsatı vermiş oldu. 

Kitabın başlangıcı ile birlikte, sizi sarmasına kapılıp sonuna kadar okuyabilirsiniz bu kitabı, çok beğenip benim yorumlarıma burun da kıvırabilirsiniz. Benim görüşüm sadece lüzumsuz bir eleştiri ve kendisini bariz bir şekilde gösteren aşağılama hırsının kitaba fazlasıyla zarar verdiği. Yoksa Sabahattin Ali'de, Nihal Atsız'da çok değerli iki yazar ve Türk edebiyatına sundukları katkı yadsınamaz. 

Sadece tahammül edebildiğiniz değil, okuyabildiğiniz ve okuyabileceğiniz bütün kitaplarla kalın. Yeni kitaplar ve farklı hikayelerle tekrar görüşmek dileğiyle.