Efsaneyi Gerçekle Kucaklayanlar: Troyalılar (Bölüm-1) (M.Ö. 3.000 - M.Ö. 700)


Efsaneler, biz ne kadar kıymetini zor anlasak da, gerçekten parçalar taşırlar içlerinde. Kimi zaman geçiştirip küçümsediğimiz bu olgunun tokat gibi yüzümüze çarpıldığı yerlerden biridir Troya. Namlı kral Priamos'un ülkesi, Tanrısal Hektor'un vatanıdır. İlyada Destanı olmasa belki bütün dünyanın haberinin bile olmayacağı, yıkıntılar altında yitip gidecek bir uygarlığın merkezidir Troya. Aynı zamanda günümüzde çok kullanılmakta olan Medeniyetler Çatışması kavramının doğduğu savaşın taraflarından biridir Troyalılar. Son gelişmeler ve buluntuların açık şekilde gösterdiği üzere, Akhalar ile Troyalılar arasında yaşandığı iddia edilen savaş, İki Helen uygarlığı arasında değil, Helenler ile Anadolulular arasında gerçekleşmiştir. Troya coğrafi olarak, dünyanın kaderini etkileyen büyük savaşlara gebe olmuştur hep. Bir milletin kaderini belirleyen Çanakkale Savaşı da bu topraklarda gerçekleşmiştir. Kim bilir İlyada'yı okuyan bir hayalperest olmasaydı, kıyamete kadar da silinip gidecekti izleri. Size tanıtacağım kitaplarda geniş hikayeyi bol bol okuyabilirsiniz, ancak kısaca anlatmak gerekirse, 1870'li yıllarda İlyada destanını okuyan amatör Alman arkeolog Heinrich Schliemann'ın arkeoloji tekniğine çok da uymayan ve hatta bu uygarlığa ait birçok izi bilinçsiz olarak tahrip ettiği kazıların ardından bulunmuş Troya kalıntıları. Bu kazılar profesyonel bir hal aldıktan sonra, bu bölgede şehrin yedi kez yeniden kurulduğu keşfedilmiş. Troya aynı zamanda modern arkeolojinin doğduğu yer. Bu süreç içerisinde yedi dönem etrafında şehrin 33 katmandan oluştuğu belirlenmiş. Bu doğrultuda arkeologlar Troya'yı dokuz bölüme ayırıyorlar. Troya uygarlığı bizleri de yakından ilgilendiren bir uygarlık. Bunun sebeplerini de bu yazıda biraz yüzeysel olmakla birlikte, düşüncelerimi ileteceğim sonraki yazımda aktarmayı düşünüyorum. Gelelim Troya maceramızdaki kitaplara. 

Oynak Tolgalı Hektor ile Ayağıtez Akhilleus'un Savaşı: İlyada - Homeros/Azra Erhat

Bu güzel efsanenin en muazzam çevirisini yaptığı ve tanıtacağım kitapta mükemmel bir giriş bölümü kaleme aldığı için Azra Erhat'ın adını Homeros ile birlikte yazma mecburiyeti hissettim. Özel bir ilgimiz olmasa bile okul yıllarımızdan İlyada ve Odysseia isimlerini muhakkak duymuşuzdur. İşte o meşhur İlyada'yı tanıtacağım size. Elimdeki baskısı Can Yayınları tarafından yapılmış, Azra Erhat'ın eşsiz çevirisi eşliğinde. Karton kapaklı, 656 sayfa. Azra Erhat'ın çevirisinin kusursuzluğu hakkında bütün okuyucu ve eleştirmenlerin ittifakla hareket etmesinden dolayı, kitaba dair ifadeleri anlatırken gönül rahatlığıyla Homeros şunu kastetmiştir, şunu demiştir diyebileceğim. Ancak Azra Erhat'ın kaleme aldığı inanılmaz giriş yazısından bahsetmeliyim. Öncelikle bu bir önsöz değil. Yazı sizi bariz şekilde efsanenin atmosferine hazırlamakla birlikte, efsanenin gerçekliğine de hazırlıyor. Benim Hititler yazımda vurguladığım Anadolu kimliğine çok yakın bir tanımlaması var Azra Erhat'ın. Bu giriş bölümünde İlyada'nın yaşandığı düşünülen çağda, kadın ve kadına saygı ögelerinden tutun da, Homeros'un kim olabileceğine, Troya kazılarından, Olympos'ta oturan tanrılara ilişkin birçok konuda bilgi edinebiliyorsunuz. Bu ön bilgilerin ardından İlyada'nın metnine geçiş yapıyorsunuz kitapta. Bu epik destanın orijinal metnine sadık kalınarak, nesir olarak değil, manzum haliyle okuyorsunuz İlyada'yı. Bu açıdan bakıldığında da çevirinin etkileyiciliği bir kez daha ortaya çıkıyor. Homeros'un İlyada'sı, aralarda eksiklikler olduğu bilinmesine karşın, tamamlanma ümidi kalmamış parçaları çıkarttığınızda 24 bölümden oluşuyor. Sanabileceğinizin aksine, Troya'da olup bitenlerin tamamını kapsamıyor İlyada destanı. Helen edebiyatının Destanlar Silsilesi adını verdiği bir seri manzumun tamamını bir araya getirdiğiniz zaman Troya savaşı öncesi ve sonrasına dair bilgi sahibi olabiliyoruz. Ancak bütün bu destanlardan İlyada'yı seçmiş olmamın sebebi, hem Troya kazılarını başlatan Schliemann'a vermiş olduğu ilhamdan, hem de bir bütün haliyle kalmayı başarabilmiş, en önemli destanlardan olmasından kaynaklanıyor.

İlyada destanında savaşın son kırk gününü yaşıyorsunuz. Destanın başında askerlerin on yıldır orada bulunduğunu öğreniyoruz. Bundan sonrası savaşın kahramanlarını öven, onların teke tek dövüşlerinin ayrıntılarını,
şairane bir şekilde anlatan, Grek tanrılarının savaşı nasıl karıştırıp, insanlara nasıl zulmettiğinden ayrıntılar sunan manzumlardan oluşuyor. Bazı yerlerde, Akhalardan bilmem kimin, kargısındaki tunç temrenin, Dardanoslardan bilmem kimin deri zırhını delip geçmesinin bir sayfa anlatılması insanı bir yerde sıkabiliyor. Ancak bu durum da, o dönemde Homeros gibi ozanların her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatarak, kendisini dinleyen insanların gözünde olayı canlandırmak istemesi ve bu destanı sözlü olarak aktarması ve kendilerini övmesi için güzel meblağlar ödeyen soyluların gönlünü hoş tutmak istemesinden kaynaklanıyor. Tarih maratonunda tarihi bilgi vermeyen bir kitabı tanıttığımı düşünüyor olabilirsiniz. Ancak bugün Troyalılardan haberdar olmamızın en önemi sebebi İlyada destanıdır. İşin ilginç olanı Troya kazılarını yürüten arkeologların, Troya'yı bulmak için İlyada'yı rehber edinmesi ve Homeros'un Troya tasvirlerinin, günümüzdeki Troya coğrafyasına birebir uyum sağlamasıdır. Bu da anlatılanların sadece abartılı bir destan olmaktan daha fazlası olduğunu gösteriyor. Belki destan sıradan insanları anlatmıyor olabilir, ancak bugün bir destandan gerçek bir tarih oluşturuluyor. Kendisi de bir Anadolulu olan Homeros'un satır aralarında Troyalıların erdemlerinden bahsetmesi, buna karşın Akhaları öven bir destan olmasına karşın, savaşçı, saldırgan ve yağmacı bir Akha portresi çiziyor olması da ayrıca ilgi çekici. Kazılar, ele geçen veriler Troya'nın konumlandığı Çanakkale Hisarlık mevkiinde, destanda anlatılan kudretli bir savaşın gerçekten yapılmış olabileceğini işaret ettiği gibi, aynı zamanda burada M.Ö. 3.000 yılından bu yana köklü bir uygarlığın mevcut olduğunu gösteriyor. İlyada özellikle klasik ve destan okumaktan hoşlananlar için mutlaka kütüphanelerinde bulundurulması gereken bir eser. Öyle ki, hem Anadolu'ya hem de dünyaya farklı bir gözle bakmanızı sağlaması kaçınılmaz.

Bir Savaşın Yeniden Canlandırılması: Truva Savaşı - Rodney Castleden

Destanlar Silsilesi sayesinde, tamamına ilişkin anlatılara ve efsanelere ulaşabildiğimiz Troya Savaşı gerçekten yaşanmış olabilir mi? Yaşanmış ise İlyada'da anlatıldığı gibi olma ihtimali nedir? Dönemin askeri kuvvetleri baz alındığında en büyük ordular on binler ile ifade edilirken, Homeros'un verdiği yüz binler ile ifade edilen rakamlar doğru olabilir mi? Bu savaşın gerçekten yaşandığına dair izler var mıdır? Bu tip sorularınızın cevabını bulmak isteyeceğiniz bir kitap arıyorsanız, tanıtacağım kitap bu derdinize derman olmaya aday. Kitap Doruk Yayınları tarafından basılmış, karton kapaklı 288 sayfa. Troya uygarlığı ile ilgili insanları en çok ilgilendiren şeylerden birisi, bu uygarlığın Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkları arasında en eski uygarlıklardan biri olmasından çok, Homeros'un İlyada'sında anlatılan Troya'nın gerçekten var olup olmadığı, Hektor ve Akhilleus'un gerçekten yaşayıp yaşamadığı ve Troya Savaşının yaşanıp yaşanmadığı hususudur. Kaldı ki, popüler kültürde gittikçe yükselmeye başlayan etkisini hakkında yazılan kitaplar ve çekilen filmlerle gittikçe yükselten, dünyada varlığından haberdar dahi olmayan birçok insanın dikkatini Çanakkale'ye çeken şey, Troya surları önünde cereyan ettiğine inanılan savaşın ta kendisidir. Birçok insan Troya'yı bizzat gezmeye geldiğinde, aslında burada Anadolu'nun en kadim uygarlıklarından birinin yaşadığını öğrenmektedir. Kitaba geçecek olursak bizleri Troya Savaşının atmosferine hazırlayan bir giriş yazısı karşılıyor bizleri. Bu giriş yazısının ardından, yazar Troya ile ilgili son bulgulardan bahseden bir bölümle devam ediyor konuya. Yazarın izlediği yöntem ilgi çekici olduğu gibi sizi kitabın son bölümüne doğru tam donanımlı olarak hazırlayan bir plan dahilinde ilerliyor. Kitabın üçüncü bölümünde Troya şehrini tanıyoruz. Burada hem savaşın surlarının önünde geçtiği düşünülen surlar ve kale, hem de Troya şehri hakkında geniş bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Sonra savaşın taraflarının arkeolojik ve tarihi kaynaklar eşliğinde tanıtılmasına geçiliyor. Yazar önce Miken Uygarlığını, yani İlyada bize tanıtılan haliyle Akhaları anlatıyor. Daha sonra Hitit kaynakları da dahil dönemin bütün yazılı kaynaklarından örnekler sunularak Troyalıları tanıyoruz. Troyalılar bahsinde Hitit metinlerinde sıkça geçen Wiluşa Krallığına atıfta bulunulmakta. Düşüncelerimi ileteceğim yazıda daha açık olarak anlatacak olmamla birlikte, arkeolog ve tarihçilerin Hitit kaynaklarında yer alan Wiluşa'yı, (W)ilios (Troya'nın isimlerinden biri) ile karşılaştırmalarından doğan bir takım tarihi çıkarımlar var.

Bu ön bilgileri okuyup hazmettikten sonra, Troya savaşına hazırlık safhasına geçiş yapıyoruz. Yazarın bu bölümde yoruma dayalı tahminleri de mevcut. Savaşın nedenlerinin neler olabileceğine dair tüm spekülasyonların üzerinden geçildiğini görebiliyorsunuz. Zaten takip eden bölümde Troya savaşının gerçekleştiği düşünülen, üzerinde en fazla ittifak edilmiş tarih olan M.Ö. 1250 tarihindeki kaynaklara göre savaşın sebepleri ve içeriği hakkında bilgi ediniyoruz. Burada Destanlar Silsilesinden, İlyada, Küçük İlliad, Hitit metinleri ve Mısır kaynaklarına kadar uzanan geniş bir yelpazeden faydalanıldığını da belirtmem gerek. Son sürat savaşa doğru gittiğimiz anda kitap birden bir yavaşlama evresine giriyor. Aslında her ne kadar bu savaşa hazırlığın önemli bir bölümünü oluştursa da bence biraz ağır seyreden bir bölümle devam ediyor macera. Yazar burada dönemin arkeolojik buluntuları eşliğinde Troya savaşında kullanılan silahlar ve zırhlardan bahsediyor bizlere. Epeyce geniş tutulmuş bir bölüm. Karşılıklı uygarlıklardan hangilerinin ne tip zırhlar kullandığı, savaşta hangi madenden yapılmış silahların kullanıldığını gereğinden uzun bir miktar tetkik ediyoruz. Bu tetkik ve Troya'ya yapılan çıkarma hakkındaki bilgilendirmeden sonra, Troya savaşına ilişkin iki farklı senaryoyu irdeliyor yazar. İlkinde efsanede bahsedilen savaşın aslında küçük bir yağma saldırısı olduğu, ancak yıkıcı etkileri yüzünden oluşan travma sonucu İlyada gibi destanların ortaya çıktığı ihtimali dahilinde küçük çaplı bir yeniden inşa senaryosu anlatılıyor. Daha sonra ise Destanlar Silsilesinde geçtiği haliyle savaşın en gerçek olabileceği büyük bir yıkım ve savaşın senaryo edildiği büyük çaplı bir yeniden inşa senaryosunu anlatıyor yazar. Batı Anadolu'nun ve hatta büyük imparatorlukların kaderini değiştirebilecek bir saldırıdan, bir varoluş mücadelesinden bahsediliyor. Son olarak Troya'nın çöküşü ve savaş sonrası ortam anlatılıyor ve yazarın değerlendirmeleri eşliğinde bu güzel kitaba bir nokta koyuyoruz. Üslubu akıcı, çevirmenin de bunda büyük etkisi olduğuna inanıyorum. Bununla beraber yazarın giriş kısmındaki tespitleri ve savaşın yeniden inşası sırasında verilen bilgiler doğrultusunda Troya'nın ve Troyalıların kökenlerine dair kafamdaki soru işaretlerinin bir kısmı giderken, yeni soru işaretleri ile baş başa kaldığımı fark ediyorum. Giriş kısmında Akhalar ve Troyalılar arasındaki mücadelenin günümüzde halen Yunanlar ve Türkler arasında devam ettiğine ilişkin tespitler ilginç. Husumetin binlerce yıldır şekil değiştirmesine rağmen temel değiştirmediğinden bahsedilmesi, sadece bizim bilinçaltımızda değil, batılı araştırmacıların bilinçaltında da Akhalar ile Yunan toplumunun, Troyalılar ile Türk toplumunun eşleştirildiğini açık şekilde göstermekte. Kaldı ki Avrupa orta çağının sonuna kadar bu kavrayışın ve anlayışın mevcut olduğunu ileride okuduğum başka kitaplarda da gördüğümü belirtmeliyim. Troya savaşının ne kadarının gerçek olabileceği konusunda ender bulunabilecek tespit ve bilgiler içeren bir kitap. Troya Savaşına ilgi duymakla beraber, askeri harekatlar hakkında da araştırma yapan kişiler için çok önemli bir kaynak niteliğinde.

Akademik Veriler, Popüler Tarih ve Hollywood Tespitlerinin Çarpıştığı Kitap: Troya ve Troyalılar (Troyalılar Türk Müdür?) - Prof. Dr. Ekrem Memiş

Eğer blogumu başından beri takip ediyorsanız, tarih maratonuna başlamama sebep olan kitabın yayınevince seçilmiş olan ismine karşı yazdıklarımı muhakkak okumuşsunuzdur. "Bunlar Bunlar" Türk müdür? başlıklı kitaplar ve yazıların ciddi sıkıntıları içerdiğine ilişkin görüşlerimi orada tafsilatlı olarak açıkladığım için burada tekrara girmeyeyim. Sadece bu tip başlıkların dikkat çektiği kadar, bu konuya karşı duyulan ilgiyi sınırlandırdığı gibi, bu konuda yapılan doğru tespitlere de şüphe ile bakılmasına sebebiyet verdiğinin tekrar altını çizmek isterim. Gelelim kitabımıza, Altınpost yayınları tarafından yayınlanmış olan kitap 195 sayfa karton kapaklı. Prof. Dr. Ekrem Memiş ilginç bir akademisyen. Maratonun ilerleyen kısımlarında tanıtacağım, çok önce okumuş olduğum bir diğer kitabında yürütmekte olduğu ilginç bir kaynak gösterme şekli var (ki yazdığı kitaplarda ciddi bilgi birikimi sahibi ise bu durumun üstünü çok isabetsiz şekilde örten bir durum bu). Ekrem Memiş, kitabında sunduğu bir bilgiye ilişkin atıf veya kaynaklarda yine kendi eserlerine atıfta bulunmakta ve yine kendini kaynak göstermekte. Antik Çağ tarihi alanında Profesörlük alacak kadar yetkin bir akademisyen olduğundan kimsenin şüphesi olmadığına eminim, ancak bir akademisyenin kendi kendini kaynak göstermesinin de ciddi samimiyet problemleri yarattığına inanıyorum. Zira belirttiği hususların bir kısmı, Adile Ayda'nın 1970'lerin sonlarında bilim dünyasına sunduğu hipotezler üzerine kurulmasına karşın, tarihi olarak yapmış olduğu tespitlerde, kendisini kendisinden başka destekleyen bir kaynak göstermediğini bu kitabı okurken göz önünde bulundurmanızı temenni ederim. Gelelim kitapta bahsedilenlere; akademik ve metodik bir ilerleme ile başlıyor kitap. Önce coğrafi kıstaslar doğrultusunda Troya'yı tanıyoruz, daha sonra da konuya ilişkin kaynakları kalem kalem anlatıyor Ekrem hoca. Bu husus bu zamana kadar okuduğum diğer kitaplarında da aynı sistematikle işlenmekte. Üçüncü bölümde Troya'dan bahseden her kitapta yer alması belirli bir mecburiyet haline gelen Heinrich Schliemann'ın keşfi hakkında, Türk bir bilim adamının bakış açısına şahitlik ediyoruz. Takip eden bölümde bu zamana kadar okuduğum kitapların bir kısmında yer alan Hitit Metinleri açısından Troya'nın incelenmesi hususunda, hem daha geniş bilgi ediniyor, hem de farklı bir perspektiften konuya yaklaşma şansı yakalıyoruz. Bu bölümde zaman zaman konu Troya ve Troyalıların dışına çıkıp, Anadolu'da Türk kökenli olabilecek diğer uygarlıklara kaymakta, örneğin Kaşkaların Türk soylu olabileceğine dair çıkarımlarda bulunulmakta. Takip eden kısımda nispeten aynı metinler doğrultusunda Akhaların kökeni ve Hitit metinlerinde Ahhiyava olarak bahsedilen krallık ile Akhalar arasındaki paralellikler tartışma konusu yapılmış.

Buradan Troya savaşı ve Troya uygarlığının çöküşü ile birlikte Troya'nın son dönemleri hakkında fazla hızlı bir bilgilendirme faslını geçtikten sonra, kitap adının hakkını vermek için farklı bir yöne doğru ilerlemeye başlıyor. Troyalıların Türk olup olmaması tartışmasının öncesinde Etrüsklerin oluşumunda Troya'nın rolüne ilişkin bir bölüme geçilmesi kanaatimce Etrüsklerin Türk olup olmaması meselesi üzerinden Troyalıların Türklüğü meselesi arasında bir köprü kurulması mahiyetinde önemli bir bölüm. Akademik kaynakların, yazarın kendisi olması ve bu hususta daha başka kitaplarda diğer akademik kaynakları bilerek okumuş olmam yüzünden bu bölümde yazılanların doğru tespitler olma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmeliyim. Aeneas destanını temel alan görüşler doğrultusunda şekillenen bir bölüm olması sebebiyle bu konuyla ilgili ayrıntıya da bir sonraki yazı da gireceğimi belirterek devam edelim. Etrüsk-Saka-Troya-Türk bağından hareketle Troyalılar Türk müdür? sorusunun cevabını aradığımız bölümle birlikte Ekrem hoca Avrupalıların Troya uygarlığı üzerinde hak iddia etmesi üzerine akademik olmayan; ama isabetli tespitler içeren düşüncelerini sunuyor. Kitabın son bölümü ise hayli ilginç. Son bölümde Troya filmi üzerinden bir değerlendirme yapılmakta. Bu bölümü samimi bulmakla birlikte, onca akademik açıklamanın arkasından, bir popüler tarih kitabı olsa bile okuyucuya yönetilen soruların, İlyada ve Troya ile ilgili metinlere bile yeterince sadık kalamayan, popüler bir Hollywood filmi üzerinden yapılmasını biraz sakil ve basit bulduğumu da eklemek isterim. Elbette Troya'ya sahip çıkmak bizlerin hem kültür, hem de milli bilinçaltımızın gereğidir. Ancak bizlerin, bir Hollywood yapımı üzerinden "kendimizi Hektor'a daha yakın hissettik, o halde Troyalılar Türk'tür" çıkarımına varmamızın hedeflenmesi, bu konuda yapılan ateş gibi açıklamaların üzerine bir kova su dökmek gibi olmuş. Bütün bunlara karşın, antik çağ tarihi hakkında farklı bir bakış açısı yakalayabilmek adına muhakkak bir Ekrem Memiş kitabı okumanızı tavsiye ederim.


Böylece Troyalılar ve Troya Uygarlığı ile ilgili ilk bölüm kitaplarını bitirmiş oldum. Sizlerin de bildiği gibi, site de uygarlıkların tanıtımına ilişkin izlediğim metotlar, her yazıdan sonra belirli yenilikler veya değişikliklere uğrayabiliyor. Ancak sistemsel olarak izlediğim metotta bir değişiklik olmayacak. Bu uygarlığı da yine iki bölüm halinde tanıtacağım ve diğer iki uygarlıkla ilgili yazılarda yaptığım gibi, bu uygarlık hakkında okunması elzem olan, kendi kanaatimce en değerli bulduğum kitabı da düşüncelerimi içeren üçüncü ve son yazımda paylaşacağım. Bu bölümlemeler, inceleme yaptığım uygarlığa ilişkin yazılmış ve temin edebildiğim kitap sayılarına göre değişmekle birlikte, düşüncelerimi içeren yazılarımda bir değişiklik yapmayı düşünmüyorum. En farklı ihtimalle hakkında çok fazla sayıda esere sahip olduğu uygarlıklar hakkında; uygarlığı ikiden fazla bölüme ayırarak, kuruluş, yükseliş, çöküş dönemleri için ayrı ayrı düşünce yazısı kaleme alabilirim.

Bu arada yayınların arasına uzun zaman girdiğinin farkındayım, bu da mecburi iş seyahatlerimden kaynaklanmakta. Aslında Troyalılar ile ilgili okumalarımı bitirmiş durumdayım. ancak bilgisayar başına oturup okuduklarımı yazıya aktarmam her zaman mümkün olmuyor. Dolayısıyla okumaları bitirdiğim için, Troyalılar'ın ikinci bölümü ve Troya üzerine düşüncelerimi aktaracağım yazılarımı kısa aralıklarla yayınlamayı düşünüyorum.

Kutsal İlion'un yeniden varoluşunda görüşmek dileğiyle!





   

Yorumlar