Okumanın Kutsallığını Sarsan Kitap: Okuma İlleti - Mikita Brottmann

"Okuma kendi içinde her zaman iyi bir şey midir gerçekten?"



İnsanın varoluşundan bu yana, düşüncelerini, duygularını, tarihlerini yazmak; sonraki nesiller tarafından anılabilmek ve bir anlamda ölümsüz olabilmek için geleceğe bir şeyler bırakmak güdüsü olmasaydı, bugün okumak dediğimiz şeyin ne olduğunu bilemeyebilirdik. Okumak; insanoğlunun bulunduğu yerden bir adım kıpırdamadan pek çok farklı ülkeyi, gezegeni, dünyayı, hatta var olmayan yerleri gezebildiği bir atlasa, tanışmak isteyip de farklı dönemlerde yaşadığı tarihi figürlerle karşılaşıp onların soluduğu havayı soluyabileceği bir ajandaya, olmak isteyip olamadığı veya olmaktan korktuğu kişileri hiç çekinmeksizin olabildiği bir soyunma kabinine, burnu bile kanamadan maceradan maceraya atılabileceği bir savaş meydanına, velhasıl bunlara ve daha birçoğuna sahip olabilmek demek. Peki, okumanın bir illet olabileceği, özellikle kitapsever insanlarda görülen bir sapıklık hali veya kitap okumanın sınırları dışına çıkarak, tehlikeli bir yaşam tarzı olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Bugün size tanıtacağım kitap bu ve bunun gibi şeyleri sorguluyor. Kitap Paloma Yayınevi tarafından basılmış, karton kapaklı ... sayfa. Mikita Brotmann kitabın ilk bölümünde enteresan betimlemeler ile okuyucuların kitaplara ve kitap severliğe bakış açısını allak bullak edebilecek bir giriş yapıyor. Özellikle okumanın, özünde dünyayı kurtarabilecek, parlak ve mükemmel bir fikir olmadığına ikna etmek için sunduğu örnekler, mevcut durumunuzu sorgulamaya kadar götürüyor sizi. Kitabın ilk bölümlerinden itibaren saran bir anlatımı var. Mikita Brotmann edebiyat bölümünde bir akademisyen ve yüksek lisansını psikanaliz üzerine yapmış bir yazar. Okuma eyleminin, çok derinlemesine tahlil ve analizlerle önünüze geldiğine ikna edebilecek bir özgeçmişe sahip. Kendisi de bir kitap aşığı olan yazarın, iğneyi kendisine batırdıktan sonra çuvaldızla yaptıkları takdire şayan. Yazarın kitaplara karşı sapıkça ilgi duyanlar kategorisine girdiğimi de fark etmiş oldum bu arada. Tek farkla, kitaplara karşı gösterdiğim pek çok tutum uyuşmakla birlikte, bir kitap sapığından farklı olarak ben aynı zamanda kitapları da okuyorum. 

Okuma eylemini sorgularken, okuyucuların aşırıya kaçabildiğini, belirli psikolojik rahatsızlıklarla kitap okuyanın davranışlarının birebir örtüşüyor olduğuna dair ilginç tespitler sunuluyor. Bununla birlikte, kitabın tamamı okuma eylemine ve okuma hastalığına ayrılmış durumda değil. Bir noktadan sonra yazarın okumaktan hoşlandığı türlerin analizine, belirli kitaplar ve yazarlar üzerinden okuma eylemine ilişkin genellemelere rastlıyorsunuz. Bu kısımda, ufak bir eleştiri olarak; keşke eser çevrilirken, ülkemizde basılmış bulunan Türkçe isimleri tercih edilmiş olsaydı diye içimden geçirdim. Zira akıcı bir şekilde okurken, parantez içerisinde İngilizce roman isimleri okumaya başladığınızda, beyin kısa bir anlığına işlevsiz kalabiliyor. Okumak aynı zamanda düşünsel bir faaliyet olduğundan, okuduğunuz dilde akar şekilde giden metin, birden yapılan dil değişikliği ile kısa kesintilere maruz kalıyor. Roman isimleri birkaç sayfada bir geçiyor olsa, bu yine bir sorun olmayabilir, ancak yazarın bir sayfada arka arkaya birkaç eserden bahsettiği yeri okurken iki farklı dvd oynatıcıdan, oynat, durdur yapıyormuş gibi hissedebilirsiniz. Bunun haricinde, eğer yazarın bahsettiği kitaplara dair bir fikriniz yoksa, daha önce hiç okumamışsanız veya bahsedilen kitapların yazarlarının üsluplarına dair bilginiz yoksa, bu bölümler okuyan için anlam da ifade etmeyebilir. Bu anlamda, genel okuyucuya yönelmiş olan bir kitapta, birden özel bir kitlenin muhatap olabileceği bir eleştiri silsilesi ile karşılaşmanız da olası. Yazarın bahsettiği bazı eserlerin, Türkçe çevirilerinin olmadığını da tahmin ediyorum. Özellikle bir bölümde muhatap alanının iyice daraldığını fark edebiliyorsunuz.

Buna rağmen, yazarın okumak eylemine bu zamana kadar atfedilmiş olan kutsallığı sarsmak ve hatta yerle bir etmek istediğini söyleyebilirim. Bunun için de geçerli sebepleri var. Üstelik çok haklı olduğu önermeler de mevcut. Her ne kadar okurken, kendimi kitaplara sapkınlık derecesinde bağlı olduğumu fark ederek rahatsızlık hissetmiş olsam da, bu yazarın tespitlerinin geçerliliğini yitirmiyor. Özellikle okumanın özünde, mutluluk olmadığına, aksine insanın gerçeklik algısını kırarak onda hayal kırıklığı yaratmasının daha muhtemel bir olasılık olduğuna dair tespitlere katılmamak elde değil. Buna karşın elbette okumaya ve kitaplara karşı görüşlerinin bazıları yazarın kendi kültürü çevresinde yorumladığını düşündüğümü de eklemem gerekir. Okuma eylemi ile benzerlik kurulan eylemler ve betimlemeler okurken içten içe kıs kıs gülmenizi ve "doğru söylüyor galiba" demenizi sağlayabilir. Edebi eserler üzerinden yapılan değerlendirmelerin genel okuyucu kitlesine özgülenmesinin mümkün olmadığına inanmakla birlikte, yazarın rahatsız edici bir yolculuğa çıkardığını kabul etmeliyim. Bunu olumsuz anlamda değil, aksine olması gerekene yönlendirme anlamında söylüyorum. Çünkü yazarın da bahsettiği gibi "Okumak kendi içinde her zaman iyi birşey değil". Okuma yolculuğuna ve bu eylemin altında yatan psikolojik nedenlere ilişkin güzel bir inceleme kitabı okumak istiyorsanız, kesinlikle tavsiye edebileceğim bir kitap. Çeviri kısmında bazı yorucu detaylara takılmazsanız da gayet akıcı. Ayrıca bu kitabı okuyarak, ne tip bir kitap tutkunu olduğunuz yolunda çıkarımda bulunabilmeniz de mümkün. Acaba sizler de benim gibi, kitapları seyretmekten zevk alan, onların sayfalarına dokunan, belirli şekilde sıralayan kitap sapkınlarından mısınız?

Öğrenmek için okumalısınız. Kitapla kalın.