Satranç Tahtasında Şah'lar Yıkılırken: Kılıçların Fırtınası - George R.R. Martin (Buz ve Ateşin Şarkısı Serisi 3. Kitap)

"Ölüm olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalırdık"
Voltaire



Yukarıdaki güzel aforizmanın devamına bende şunu eklemek isterim, "ve biri ölümü icat edecek olsaydı, bu kesinlikle George Martin olurdu". Buz ve Ateşin Şarkısı serisinde kaosun gittikçe bu fantastik dünyaya hakim olmaya başladığı bir döneme giriliyor üçüncü kitapta. Karakterlerin teker teker öldüğü, öldürüldüğü, kaybolduğu bir seri olması sebebiyle her an ne olacağını kestiremeden okumaya devam ediyor olmak her ne kadar insanı birazcık huzursuz hissettirse de, bu seride asıl keyif veren şeyin bu olduğunu idrak edebileceğiniz bir noktadayız aynı zamanda. Biraz da olsa içimizin soğuduğu, ancak Martin'in katliam kıskacından bir türlü kurtulamadığımız, serinin üçüncü kısmı daha önce belirttiğim gibi Epsilon Yayınları tarafından iki kitap halinde basılmış. Kitabın orijinal basımı da sayfa sayısının çokluğu yüzünden iki kitap halinde sunulmuş durumda. Buz ve Ateşin Şarkısı Serisinde hikayeye dair anlatılabilecek o kadar çok şey var ki, muhakkak bir iki noktayı es geçmiş oluyorsunuz. Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin bana sorarsanız en hareketli, en maceralı, en nefes kesen kitabı Kılıçların Fırtınasıdır. Ölümün hem Westeros'ta, hem de Essos'ta kol gezdiği sınırsız bir gerilim ve maceranın, sizi peşi sıra sürüklemesi de bunun sebebi olsa gerek. Bildiğiniz gibi Kralların Çarpışmasında kitaba dair bilgi vermekle beraber karakter bolluğundan geçilmeyen bu seride önemli bir kaç ismi sizlere tanıtmaya çalışmış ve bu yazımda da bu tanıtımlara devam edeceğimi söylemiştim. Ancak önce kitapla ilgili bir kaç şey söylemek istiyorum. George Martin, yeryüzünde okuruna en çok işkence eden yazarlardan birisi olsa gerek. Bir seri boyunca ana karakterleri okuruna sevdirip, ona hayran bırakıp daha sonra hiç beklemediğiniz bir anda onu öldürmesi kadar okuyucuya acı veren bir durum olamaz. Buna karşın, sanırım bu seriyi epik fantezi dalında bir efsane yapan unsur da bu olsa gerek. Elbette Joffrey Baratheon'dan bahsetmiyorum. Bildiğiniz üzere kitabın orjinali de iki cilt halinde çıktı ve her cilt bir sezon olarak diziye çevirildi. İzleyenlerin de, okuyanların da geçen yıl derin üzüntü duyduğu Kanlı Düğünden bahsediyorum elbette. Martin'in bütün Kuzeyli aileleri sancağı altında topladığı Robb Stark'ı, oturduğu tahttan dahi kalkamayan bir dere beyinin komplekslerine kurban etmesi çok yıpratıcıydı. Oysa Buz ve Ateşin Şarkısı serisini diri tutan bu gerçeklik unsuru. Martin kesinlikle bir peri masalı yazmadığını net bir şekilde ispatlamış durumda. Yine de bunun bir peri masalı olmadığını ispatlamak için Stark hanesinin köküne kibrit suyu dökmemiş olsaydı, biraz daha mutlu bir okur olabilirdim.

Şaka bir yana Kuzey'in unutmayacağı düsturundan hareketle, mevcut durumda bütün kitapları bitirmiş olmama rağmen halen teyakkuz halindeyim. Kılıçların Fırtınasının ilk cildindeki hava, ikinci cildinde tamamen Joffrey ve Lannister'lara yöneliyor. Martin'in romanda kurduğu bu hassas denge bütün seriye hakim olan bir unsur; fakat serinin ilerleyen kısımlarında bunu nasıl toparlayacağını çok merak ediyorum. Serinin bu ciltlerinde Westeros'ta Deli Kral'ın ölümüne ilişkin ayrıntılar ve Yedi Krallığın geçmişine dair bilgilere de sahip olabiliyorsunuz. Karakter odaklı hikaye anlatımının avantajlarını kullanmasının yanı sıra yazım tekniğine ilişkin verdiği röportajlarda belirttiği hususların, ne kadar doğru ve profesyonel olduğu da ortaya çıkıyor. Martin bir röportajında seride yeni bir kitabı yazarken, bakış açısını yazdığı karakterle ilgili olarak, önceki kitaplarda karakterin gözünden neleri yaşadığını tekrar tekrar okuduğunu belirtmiş. Bu da hem hata yapma riskini aza indiren, hem de devamlılığı ve canlılığı koruyan bir unsur olarak beliriyor kitapta. Kitapla ilgili en hoş detaylardan birisi de, yazarın, karakterlerine kişisel tercihleri açısından keskin dönüşler yaptırmıyor olması. Yedi Krallık'ta tahtta hak iddia eden ve tahtta oturan kralların bir devinim halinde sürekli ortadan kalkması unsuruna rağmen, yeni opsiyonların ortaya çıkıyor olması ve yeni taht namzetlerine ilişkin gizemin korunuyor olması da okuru kitaba inanılmaz derecede bağlıyor. Myr'li Thoros, Beric Dondarrion, Brienne, Oberyn Martell, Tyrell ailesinin yeni fertleri vs. her ne kadar hatırlamamız gereken karakter sayısını arttırsalar da, kendilerine biçilen roller doğrultusunda farklı farklı hikayelere ve inanılmaz geniş bir kurgunun içinde kaybolmadan yolculuk edebilmemize imkan sağlıyor. Bu kitapla Daenerys'in önlenemeyeceğini düşündüğünüz yükselişine şahit olurken, aslında arada geçen pasajlarda ileride gerçekleşecek bir çöküşün izlerini de sürmeye başlıyorsunuz. Bu kitapla kendilerinden bahsedilen, ancak herhangi bir ferdi ile tanışamadığımız Dorne hanesi ile de karşılaşıyoruz. Oberyn Martell her ne kadar Martin'in kaleminin gazabından kurtulamasa da, seri de doldurduğu büyük alanın boşluğunu nasıl bir karakterin doldurabileceğini merak ediyorsunuz.

Westeros'un birçok farklı bölgesinde, çok sayıda karakterin farklı amaçlar uğruna yolculuklara çıktığı bir kitap bu aynı zamanda. Greyjoy hanesinden Victarion ile Daenerys'in yolunun kesişeceğine dair öngörüler, Bolton'ların Kuzey'i ele geçirmesine içerleyen Kuzey'li ailelerin gizliden gizliye yürüttükleri planlar, Duvar'da yabanıllarla gözcüler arasında ki yıkıcı savaş ve sürpriz bir ismin Duvar'da ortaya çıkması ile romanın şaşırtıcılığı, derinliği ve giriftliği çok uzun bir süre okuyucuyu içine hapsediyor. Kitaplarla ilgili okuyucunun kafasında ki en önemli soru, gittikçe genişleyen, birçok farklı hikaye doğuran, karakterlerin ayrı ayrı yollara kendilerini vurduğu bu karmaşanın serinin beklenen kitaplarında nasıl toparlanacak olduğu olsa gerek. Diğer kitapları tanıtmaya devam edeceğim, ancak söylemeliyim ki, beşinci kitabın sonunda karmaşa, şimdi olduğundan daha ileri noktalara gelmiş durumda. Benim de en çok merak ettiğim unsur olayların nasıl toparlanacağı. Bununla birlikte Arya Stark'ın, Jaqen H'ghar'ın gümüş parasıyla Braavos'a beklenen yolculuğu, ilk ciltte arkasından ağladığımız Leydi Taşyürek ile tanışmamız, Tyrion'ın kendi sınırları dahilindeki kahramanlıklarına devam ediyor oluşu, Serçeparmak'ın entrikalarının bir sınırının olup olmadığı, Jon Kar'ın Stark olma şansına bakış açısı kitabın en vurucu noktalarını içeriyor. Bu serinin ve Martin'in bende yarattığı enteresan bir etki var. Diziyi seyrederken, olan olayları ilk kez dizide mi seyrediyorum, yoksa kitapta mı okudum? ya da kitabı okurken, acaba okuduklarımı daha önce seyrettim mi diye düşünmeme sebep olan bir anlatım var. Bu anlamda hem dizinin, hem de kitabın ciddi anlamda dünya çapında başarısına şapka çıkartmak gerekiyor. Fantastik kurgu edebiyatını yakından takip edenlerin iyi bileceği üzere, meşhur kurgu eserlerin büyük çoğunluğu uzun kitaplardan oluşan serilerden oluşur. Bu serilerde başlangıçta büyük keyifle ve umutla devam ederlerken, seride ilerledikçe olaylar sıradanlaşmaya, karakterler kendini tekrar etmeye, serinin atmosferi gittikçe sıkıcılaşmaya başlar. Buz ve Ateşin Şarkısı serisi Martin tarafından açıklanan son bilgilere göre yedi kitap olarak tasarlanmış durumda. Son bilgiler diyorum, çünkü ilk yazmaya başladığında, seriyi üç kitap olarak tasarladığını belirtiyordu. Görülen o ki, yazmanın şehveti ile gittikçe daha da ileriye gidebilecek bir seri. Bu seriyi diğer fantastik kurgu eserlerden ayıran unsur ise, karakter bolluğunun yanı sıra, ana kurguyu kitabın sonuna kadar yürüteceğine inandığınız karakterlerin birden kitaba veda ediyor olması. Bununla birlikte, Martin'in seriyi uzattıkça karşı karşıya kaldığı zorlukları es geçebilmek için birkaç yan unsuru hazırda tuttuğunu anlamak zor değil. Örneğin, yaşaması gereken bir karakterin ölse dahi nasıl canlanacağını kitabın başında Myr'li Thoros ve R'hllor'un kudreti olabileceğini işaret ediyor. Bu da Martin'e ilerleyen seride birilerini öldürüp, tekrar canlandırma şansı vermiş durumda.

Sadece bununla da kalmayıp, kitabın sonuna kadar geliştirip, yetiştirebileceği ve sonunda Demir Taht'ın galibi olarak ilan edebileceği karakterler de oluşturmuş durumda. Bu anlamda önüne çıkabilecek handikapları aşabilmek için önceden önlem alan bir yazar olması, seriyi ilgi çekici kılan unsurlardan bir diğeri. Elbette okuyucusunun nefretini kazanma konusunda da çok maharetli bir yazar olduğunun da altını çizmek lazım.  Seri boyunca sürekli sonrasını merak etmekten, aslında seri içerisinde sonuca ermiş pek çok olayı es geçebiliyor insan. Martin'in "mutlu son olmasa da, iyi ama buruk bir son olacak" açıklamasının ardından ve kendisi bu dünyadan göçüp gitse bile, dizi senaristlerinin serinin geri kalanında ne olacağına dair bilgi sahibi olduğuna ilişkin açıklamaların ardından bu merak gittikçe daha da alevlenmiş hal almakta. Kılıçların Fırtınası, olay örgüsünü daha sarmal bir hale getirmesine ve takip edilecek daha çok karakter ortaya çıkarmasına rağmen, sürükleyiciliğinden ve etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmemiş durumda. Okuyucuyu çok daha gizemli, çok daha meraklı ve çok daha iştahlı hale getiren bir roman. Karakterlerin özellikle fantastik kurgu eserlerde, insan kalmayı beceremediği, ya çok erdemli, ya çok şeytani oldukları, her şeyi başarabildikleri veya her şeyi mahvettikleri bir dönemde, bu serinin fenomen haline gelmesi elbette kaçınılmaz. Zira roman karakterlerinin doğru ya da yanlış kararlar alan, bazen hatalarında ısrar eden, bazen ise fikir değiştirmekten yapması gerekeni unutan, yani insan olabilen bir eserin bu başarıyı yakalaması da sürpriz olmasa gerek. Bakalım önümüzdeki kitaplarda bizleri neler bekliyor olacak; kimler hükmedebilecek, kimler hükmedemeyecek hep birlikte göreceğiz. Buz ve Ateşin Şarkısı serisi kesinlikle okumanızı tavsiye edebileceğim, insanın saran ve kendi dünyasının içine hapseden bir seri. Kılıçların Fırtınası'da bu serinin en iyi bölümlerinden birisi. Cevaplanması gereken birçok yeni soruyu kucağımıza bırakan, yeni yolculukları ve yeni yolcuları bizimle tanıştıran bir kitap.

Bizi çocukluğun en büyük erdemlerinden biri olan hayal kurmaya zorlayan kitaplar, kütüphanelerimizden eksik olmasın.

"Valar dohaeris"