Hun Tarihinde Türk ve Sümer İzleri: 2500 Yıllık Çin İmparatorluk Belgelerinde Hunlar ve Türkistan - J.M. De Groot, Ahmetcan Asena

"Gök Tanrı'nın hükümdarlık tahtı ile kutsadığı, Hunların Büyük Tanrıkutu, 
(Hen/Çin) imparatorunun halini hatırını sorarak, onun bir derdinin 
olup olmadığını öğrenmek istiyor"

(Tanrıkut Mete'nin M.Ö. 176'da Çin İmparatoruna 
gönderdiği mektuptan alıntı)




Epey uzun süredir, Kara Kütüphane sessiz durumda. Belki de kütüphanelerin sessiz yerler olması ile açıklayarak sayfayı takip eden sizlere ufak bir bahane sunmuş olabilirim. Elbette gerçek sebebin zaman sıkıntısı ve iş hayatım olduğu konusunda defalarca bir şeyler yazdım. Sonuç olarak ilk başlarda gündelik hayatım Kara Kütüphane'de bir şeyler paylaşmama engel olacak kadar zamanımı alıyorken, öyle bir noktaya geldim ki, artık günlük kitap okuma rutinlerimi bile gerçekleştiremiyorum. Aslında normal okuma hızımda Hunlar ile ilgili kitapların yarısını bitirmiş olmama karşın, normal planımda şu anda Gök-Türkler ile ilgili kitapların tanıtımını dahi bitirmiş olmama gerekiyordu. Ocak ayının sonlarına doğru Eski Çağ Türk tarihini bitirdiğimde, İslamiyet Öncesi Türk tarihinde de bir senelik bir zamanda sona ulaşacağıma dair ümidim şu an için bitmiş durumda. Zira henüz Hunlar faslını dahi kapatabilmiş değilim. Bunun aile ve işe ayrılan zaman dışında diğer bir önemli sebebi de Hunlara ait kaynakların çok kapsamlı ve fazla sayfa sayılarına sahip kitaplar olması oldu. Örneğin bu zamana kadar okuduğum sayfa sayısı ile kıyaslayacak olursam, aynı sayfa sayısını maratonun ilk bölümünde bitirdiğimde, üçüncü uygarlığı tanıtıyor durumda idim. Bu anlamda 2016 Ocak ayına kadar Gök-Türkler faslını yarılamış olsam dahi başarılı sayacağım kendimi. Çünkü sürekli tarih okumanın getirdiği sıkılma etkisini hafifletmek için, bu ara dönemde, psikoloji, felsefe, tasavvuf, klasikler ve boş zaman doldurmak için okunan kitaplara daha fazla zaman ayırdım. O yüzden önümüzdeki dönemde eğer kitap tanıtmaya devam edebilirsem, ağırlık maratonun dışında olacak. Tarih maratonu dışında, diğer okumalarımı da şablonlarından çıkarıp, serbest okumaya geçmeye karar verdim. Yani Mitoloji maratonu yapmak yerine, mitolojik eserlerde kronolojk düzen izlemeden, bir oradan bir buradan canımın okumayı çektiği; ama sırf düzen inadından okuyamadığım kitapları okuyup bitirdim. Düzen takıntısı olan takipçilerimden şimdiden özür dilerim. Gelelim Hunlar'a; bu tanıtımı yaparken, diğer kitapları da okumuş ve bitirmiş olmanın etkisiyle biraz daha kapsayıcı tespitlerim olacak.Öncelikle size tanıtacağım kitaptan bahsedelim. Pan Yayıncılık tarafından yayımlanan kitap büyük boyutlarda, karton kapaklı 305 sayfa. Ahmetcan Asena, J.M. De Groot'un aynı adlı eseri üzerinden giderek, onun sunmuş olduğu tespitlere zaman zaman parantez açarak, farklı karakterle belirterek veya dipnot vererek inanılmaz bir katkı ortaya sunmuş ve eser elimizdeki haline gelmiş. Kitap sadece Hun tarihini değil, Çin İmparatorluk belgelerinde sunulan bilgiler ve bu bilgilerin bir Türk bakış açısıyla yorumlanması sonucu ilginç bir Orta Asya tarihini sunuyor okuyucuya. Çin kaynaklarının ve Çincede mevcut okumaların yanlış olabileceği veya Çince okunduğu şekliyle kabul edilmesinin Hun ve Türk tarihini anlatmakta zayıf kalabileceğini güzel örneklerle anlatıyor. Kitap Çin kaynaklarında Şi ki ve Sin Hen-Şu isimli kaynakların Hunlardan ve Türkistan'dan bahseden bölümlerine ağırlık vermiş durumda.

Kitabın karşınıza çıkartacağı en önemli sav, Çin İmparatorluk belgelerinde Tik, Tirk Tuyku veya Türükler olarak geçen kavim. Han yıllıklarında her dönem daha da farklı bir isimle anılan bu toplulukların tamamının, aynı kavmi işaret ettiği ifade ediliyor. Ahmetcan Asena Hunların Tirklerden bir kavim mi yoksa Tirkleri de içine alan bir kavim mi olduğunu tartışıyor. Kaynaklarda geçen bazı ifadeler Hunların büyük bir Tirk kavmi olduğuna işaret ediyor. Hatta kaynaklar üzerinden ilerleyerek Ak Tirkler, Kızıl Tirkler vb. kavimlerle ilgili kadim Çin kaynakları tabiri caizse harf harf incelenmiş durumda. Kitabın önemli bir özelliği de Hunlar bahsine sadece Hun tarihi açısından yaklaşmıyor olması. J.M. De Groot Hunlar tahlili yaparken, aynı zamanda Orta Asya ve Türkistan coğrafyasını inceliyor. Bu sebeple Çinlerin sadece Hunlardan bahseden kayıtlarını değil, dolaylı olarak Hunlarla veya o coğrafyada Hunlar ile ilişkisi olan kavimlerden bahseden kayıtları da inceliyor. Bunun benim gibi eski çağ tarihini severek incelemiş olan bir tarih araştırmacısına en büyük faydası, Çin kaynaklarında rastladığım Kang-ki'ler oldu. Kang-ki kavmi, en yakın anlaşılabileceği ifadesiyle Türkistan civarında yaşayan Kanglı Türklerini ve hatta maratonumda önemli bir yer kaplayan Kengerleri ifade etmekte. Kang-ki isminden bahseden kayıtların Tanrıkut Mete zamanında var olması ve hatta kayıtların M.Ö. 1.000'li yılların öncesine uzanıyor olması, M.Ö. 3.000'li yıllarda Mezopotamya'da uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilen Kenger-Sümer kavminin, belki ata yurdu, belki Akad saldırıları sonucu gerisingeri veya ilk defa göçmüş olabilecekleri toprakları ifade ediyor olabilir. Ahmetcan Asena kayıtları yorumlarken dönemin Çin toplumunu, içinde bulundukları kültürel yapıyı ve Hunları yorumlama şekillerinin siyasi tarihlerinin değişimine göre gösterdiği değişimi çok isabetli şekilde tahlil ediyor. Çin kaynaklarının Hun İmparatorluğunun en güçlü olduğu dönemde bile, Hun Tanrıkutunun Çin İmparatoriçesine mektup yazdığını kabul ederken, Hunların okuma yazma bilmeyen barbarlar olarak tanımlamasının altında yatan hamaset ve çelişkiye değiniyor örneğin. Bu kapsamda Çin yıllıklarında yer alan ifadelerin altlarına düşülen açıklama notları zaman zaman kime ait olduğu karışsa da, dönem tarihini yorumlamada okuyucuya yön gösteriyor. Çin İmparatorluğunun bir dönem giyim, kuşam, savaşma, örf adet ve hatta inanç bağlamında yoğun şekilde etkilendiği Hunları yazılı kaynaklarında sürekli olarak hakir görüyor olmalarının altı kalın harflerle çizilmiş. Bu noktada kendi adıma diyebilirim ki; en azından M.Ö. 4. binyıldan bu yana, başkalarının kültürlerini etkisi altında bırakan barbar, cahil, kan dökücü bir kültürün var olması mümkün olmamıştır. Öyle ki Anadolu'daki karanlık dönemde var olan yıkıcı kavimlerden günümüze pek az iz kalmış durumdadır. Bu olgu bile tek başına Hun kültürünün gelişmiş ve sağlam temellere dayanan bir kültür olduğunu ispata yetmeli diye düşünüyorum.

Kitabın sonunda güzel ama kısıtlı görseller var. İçeriği özellikle Çin İmparatorluk belgeleri dışında başka bir olguya dayanmıyor. Dolayısıyla yıllıklardan aktarılanlar dışında, konuyla ilgili belgeleri destekleyecek ufak harici etkiler ve diğer akademisyenlerin atıfta bulunulan çalışmaları hariç, delil veya dayanak yaratmak gibi bir amacı yok. Hatta aksine tek amacı bu belgeler üzerinden bir değerlendirme yapmak. Yani tipik bir eski çağ tarihine ait araştırma metinlerinden çok farklı. Hunların kültürel yapısı ve varlığını destekleyebilecek, arkeolojik kalıntılar ya da diğer farklı kaynaklara inanılmaz derecede az atıfta bulunuluyor. Kitabın sonundaki resimleri saymazsanız yok denecek kadar az belki de. Bununla birlikte konuya giriş öncesinde Ahmetcan Asena'nın giriş yazısı ve Hunların dünyasına ilişkin yaptığı kapsamlı girizgah, farklı kaynaklardaki etkileyici tespitlerle büyük bir kültürün önemli bir parçası olan Hun toplumunu işaret ediyor. Türklüğün ana ve ata vatanının Orta Asya olduğu konusunda kesin kabulleri olan, alışılageldik Hun tarihi tanımlamalarından farklı bir bakış açısı ve düşünce yapısı ile didik didik edilmiş bir vesikalar bütünüyle karşı karşıyasınız. Orta Asyada doğup büyüyen savaşçı, cihangir millet olması yanında başka hiçbir özelliğine tutunamadıkları Hun profili çizen tarihçi ve araştırmacıların kitap ve eserleriyle kıyaslarsak çok daha farklı ve okunabilir olduğunun da altını çizmeliyim. İlk tanıttığım kitaptan farklı olarak, Asena bazı Çince yazılışları, okuma sırasında okuyucuyu boğmaması adına daha sade veya okunabilir şekilde sunuyor. Bu anlamda bazı Çince kelimelerin doğrudan işaret ettiği kavramları ise yazılışları ile değil, doğrudan Türkçe haliyle sunuyor. (örn; Tanrıkut vb.) Bu da önemli bir detay olarak, kitabı okurken dikkatinizin dağılmasını, yorulmanızı ve/veya kitaptan bıkmanızı önemli ölçüde engelliyor. Kitabı tanıttığım tarih itibariyle farklı pek çok kaynağı da elden geçirmiş olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki, Hunlar bahsinde bilgi sahibi olduğunuzu düşündüğünüz pek çok konuya ekleyecek bilgisi olan ve Hunlar hakkında zihninizde yeni pencereler açabilecek bir eser. Bu anlamda da özellikle Asya Bölgesindeki Hunlar hakkında araştırma yapan okuyucuların muhakkak temin etmesi gereken bir kaynak olduğunu düşünüyorum.

Evet, tarih maratonum önceki bölümüne oranla biraz yavaş ilerliyor. Başta da bahsettiğim gibi Hunlar bahsinde elimde mevcut olan kaynakların hacimli olmasının bunda büyük etkisi var. Bununla birlikte, zaman zaman gerçekten vazgeçeceğime inansam da, tarih maratonumu, beş ya da on yıl fark etmez, ölüm hariç olmak kaydıyla bir şekilde tamamlamayı umut ediyorum. Dilerim benim okumalarımda inatçı olduğum kadar, Kara Kütüphaneyi takip etmekte de o kadar inatçı olan izleyicilerim olsun.

Kitaplarla ve tarihle kalın.