Derli Toplu Tarih: Hun Türkleri - Hüseyin Tekinoğlu

"Yenilenlerin tarihini, yenenler yazmıştır"
Bertolt Brecht



Yukarıdaki başlığa aldanmayın. Aslında birazcık kinaye yapıyordum. Size tanıtacağım eser her anlamıyla, derleme ve toplama bir Hun tarihi. Tarihi konularda, araştırmacılar ile akademisyenler arasında belirli farklılıklar mevcut. Akademisyen tarihi bir konuda bir şeyler yazarken, yazdıklarına ve daha önceden topladığı bilgilere dayanarak, mantıklı, tutarlı ve bilimsel görüşler sunabilirken, araştırmacılar bu konuda çok daha serbest olabiliyor veya asla böyle bir topun altına girmeyi tercih etmiyorlar. Açıkçası tarih maratonum boyunca, pek çok akademisyene taş çıkartan araştırmacıların eserlerini okudum. Kurulması mümkün olmayan bağlantıları kuranları, akademik çalışmanın zaman zaman yaratabileceği hantallık duvarlarını aşanları okumak çok keyifli. Bunun yanı sıra herhangi bir süzgeçten geçirmeden veya titiz bir çalışma yapmaksızın edinilen her bilgiyi toparlayarak sunan araştırmacıların kitapları ile de karşılaştım. Kara Kütüphanede diğer kitapların tanıtımında bir seçim yapabilmekle birlikte, tarih maratonunda ne yazık ki böyle bir seçim yapmıyorum. Zira bir uygarlık hakkında bulabileceğim bütün kaynakları toplayıp, onları hatmetmek ve aralarında hangilerinin daha verimli olup, hangilerinin okuyucuyu yorabileceğini tespit etmek, bende ismi konulmamış bir misyon haline geldi. Bugün size tanıtacağım kitap, Kamer Yayınları tarafından yayınlanmış, karton kapaklı 380 sayfa. Ancak ilk sayfasından anladığım ve hatta anlayamadığım kadarıyla kitabın adı ve yazarı konusunda bir sıkıntı var. Zira künyesinde Hunlar-Ferit Erden Boray yazmasına karşın, dış kapakta Hun Türkleri-Hüseyin Tekinoğlu yazıyor. Açıkçası ne önemi var denilip geçilebilir, ancak tuhaf bir şekilde sanki kitap hakkındaki en önemli şey buymuş gibi takılıp kaldım. Zira Ferit Erden Boray ismini, daha önce sadece tezleri sunup, dayanaklarını sunmadığı bir kitabından hatırlıyorum. Her neyse muhakkak bir açıklaması vardır diyerek, kitabı tanıtalım. Yukarıda da değindiğim gibi araştırmacılığın çeşitli yönleri var. Ancak bunlar arasında en hoş olmayanı, başka kaynaklarda geçen ibarelerin farklı farklı noktalardan toplanarak bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş araştırmalar olması. Açıkçası iddiaya girmek veya ben daha iyisini yaparım demek için söylemiyorum; ama bu zamana kadar elden geçmiş kaynaklardan, metinleri, pasajları bütün bütün alarak ben de bir kitap bastırabilirim. Kitap toplamda 380 sayfa olmasına rağmen, bunun neredeyse yarısına yakını, başka kaynaklarda geçen paragrafların tamamen alıntılanmasından oluşuyor. Yani kitabın neredeyse yarısı bilfiil başka yazarlar tarafından yazılmış durumda.

Zaten bu yazıların dışında kalan kısımlarda da, derleyenin Hun tarihine ilişkin eklediği yeni bir şey yok. Üstelik, farklı kaynaklardan ifadeleri bütün bütün almanın yaratabileceği önemli bir-iki sorun da var. Bunlardan ilki bazı yerlerde alıntı yapıldığının tam anlaşılmıyor olması. Örneğin, bölüm başından itibaren birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olan ifadeler var. Tırnak içerisine alınmamış olduğundan, bölümü okurken sonuna kadar, derleyici Hüseyin Tekinoğlu'nun ifadeleriymiş gibi okuyorsunuz, ancak o da ne? Bölümün sonunda parantez içerisinde Arslan Tekin ve kitabını görüyorsunuz. Bazı kısımlarda ise Gumilev şunu söylüyor denilerek tırnak içerisine alınmış uzunca bir bölüm okuyorsunuz. Bu şekilde farklı alıntılama teknikleri yüzünden, kitabın hangi bölümü alıntı, hangisi yorum, karıştırmak kaçınılmaz oluyor. İkinci sorun ise kitapta alıntılanan kısımların zaman zaman birbirleriyle ve hatta derleyicinin yorumlarıyla ciddi şekilde çelişmesi. Örneğin, muhtemelen ana amacı Hun kültürünün üstünlüğü ve Hunların Türk olduğuna ilişkin akademik delilleri sunmak olan derleyici, alıntı yaptığı bir makalede, Hunların okuma yazma bilmez, savaşmak dışında hiçbir şeyde iyi olmayan, saldırgan bir ulus olduğu anlamına gelen ifadeleri paylaşıyor. Daha sonra ise Hun Otağı ile Çin sarayı arasındaki yazışmalardan bahsediliyor ve Hun hükümdarlarının mektuplarından bahsediliyor. Bugüne kadar okuduğum pek çok eserde, yerli yabancı fark etmeksizin bütün akademisyenler Çin kaynaklarında Hunlar için kullanılan isimlerin hepsinin kasti bir tahkir amacı taşıdığını, hakaretin şekli değiştikçe, Çin Kaynaklarındaki Hun isminin değiştiğini belirtmekteler. Bunun akabinde, kendi yenilgilerini neredeyse son bir hamleyle Hun vasalı olabilecek noktadayken dahi üzerinde durmadan geçen kaynakların, söz konusu durum Hunlar için gerçekleştiğinde tam tersinden bahsediyor olması neredeyse tüm Hun araştırmacı ve akademisyenleri tarafından ele alınmış. Hatta kitabın derleyicisinin dahi bu konuda pek az kaynakta geçen ifadeleri sunmuşluğu var. Buna karşın bugün bir dilleri ve yazıları olduğu ve bu sebeple vahşi barbarlar olarak sayılmalarının mümkün olmadığı Gumilev gibi bir akademisyen tarafından dahi yüksek sesle dile getirilirken, Gumilev'in Hunlar kitabında yer alan bu alıntıyı kullanmayıp, Hunları okuma yazma bilmez barbarlar olarak tanımlayan şovenist bir görüşü kitabına taşıması ile kitabın derlenmesi arasındaki amaç konusunda kafam çok karışmış durumda. Burada tarih maratonu kapsamında okuduğum kitaplar kapsamında, Türk soylu toplumlar adına, tarihi ve arkeolojik gerçekler hep tam tersini göstermesine karşın kasıtlı olarak bir vahşiyet imajı çizilmesinden bahsediyorum. İskitlerin en kıymetli altın işlerini ortaya çıkardığı çağda, öldürdüğü düşmanının kafatasından kadeh yapmasını vahşilik alameti gösterenler, Vikinglerin İskitlerden bin yıl sonra çok daha fazlasını yaptığını bu denli altı çizerek vurgulamazlar.


Daha da enteresanı, İskit ve Hunları savaşçı barbarlar olarak tanımlayan Helen, Roma ve Çin kaynaklarına itimat edenlerin, o dönemde adam öldürmeyi sistemli işkencelerle yapan bu süper devletlerden hiç bahsetmek istemezler. Bugün Avrupa ülkelerinde orta çağda kullanılan işkence aletlerinden müze yapmakta beis görmezken, hiçbir Türk soylu toplulukta böyle bir müzeye veya bu tip aletlere ilişkin kalıntı dahi bulunamaması bile kafalarımızda belirli noktaları aydınlatmalıdır. Başka bir yazımda da bahsettiğim gibi, savaşan insanların üniforma giymesi veya tek tip şıklığa sahip olması, o askerlerin de adam öldürdükleri gerçeğini değiştirmemektedir. Buna karşın, her toplumun savaşçılığının yanında bulunan diğer kültür özellikleri de değerlendirilmeye muhtaçtır ve kültürel özellikler ile yaşam şekilleri değerlendirilirken yaşanılan coğrafya, sahip olunan imkanlar ve bunlar doğrultusunda geliştirilen davranışlar incelenmelidir. Bütün bunları niye yazdım? Çünkü bir topluluk hakkında, aksine daha fazla delil varken, olmayan bir hususu genişletip bütün bir kültür özelliğine çevirmek yanlıştır. Bu sebeple özellikle tarihi konularda eser derlenirken, yazılırken veya bu konuda akademik bir çalışma yapılırken ifadelerin tutarlı olmasına dikkat edilmelidir. Hun Türkleri kitabında, sadece Asya Hunlarına ilişkin bilgiler yok. Metod olarak biraz karışık olsa da, Hun arkeolojisi, Çin Kaynakları, Mete zamanı Hun İmparatorluğu ve daha sonra imparatorluğun bölünüp dağılması gibi konular ayrı başlıklar altında derlenmiş. Kitapta aynı zamanda Avrupa Hunları ve Akhunlar'dan da bahsediliyor. Kitabın olumlu bir yönü, kolay ve hızlı okunur nitelikte olması. Burada sözcük diziminin de bir rolü var. Derleme bir eser olduğu için de Hunlar hakkında genel bir bilgi edinmek adına faydalı okunabilir bir eser. Eğer alternatif bir kaynak bulamamış iseniz Hun tarihi hakkında yeterli bilgiyi edinebilirsiniz, ancak farklı kaynaklar olduğu müddetçe, muhakkak okunup işlenmesi gereken bir eser diyemiyorum. Zira, alıntı yaptığı kaynakların çoğu piyasada satışta ve dahi bu kaynakların içerisinde çok daha ayrıntılı dipnotlar veya bilgilendirmeler ile size tanıttığım kitabın size verebileceğinden daha fazlasını elde edeceğinizi düşünüyorum.

Tarih maratonunda, uzun bir yavaşlamanın ardından hızlı şekilde İslamiyet sonrası Türk tarihinin ilk bölümünü bitirmek üzereyim. Bu bahiste incelenecek uygarlıkların sayısı ve Göktürkler ile Hazarlar hariç, diğer uygarlıklara ilişkin çok fazla kaynağım olmaması sebebiyle, Tarih maratonuna başlayışımın üçüncü yıldönümü olacak 23 Aralık 2016 tarihine geldiğimde, İslamiyet sonrası Türk tarihine geçiş yapabileceğim öngörüsündeyim. En azından maratonun bundan sonraki bölümünde daha hızlı olmak konusunda kararlı olduğumu belirtebilirim. Bu yolculukta beni yalnız bırakmayıp, incelemelerime gözünüzün nurunu akıttığınız için sizlere teşekkür ederim. Zira bu kadar güzel geri dönüşleri olmasaydı, belki de maratonu çoktan yarıda kesmiş olacaktım.

Tarihle ve kitaplarla kalın.