Mete ve Börü Tonga: Türk-Hun Tarihi - Prof. Dr. Sadettin Gömeç

"Altın bir devir idi; hatırla geçmiş günü
Baştan başa cihânı tutmuş ecdâdın ünü"
Lâedrî



Hunlarla ilgili yazdığım yazıların bir kısmında yoğun olarak arz ettiğim şikayetlerimden birisi de okumayla ilgili olan şikayetlerdir. Hun tarihini farklı farklı kaynaklardan incelediğinizde, gerçekten de isimlendirme konusunda bir karmaşanın yaşandığına tanık oluyorsunuz. Farklı ülkelerdeki akademisyenlerin eserleri arasında bu karmaşayı yaşamak nispeten kabul edilebilir iken Türkiye'deki akademisyenlerin, ortak bir isim üzerinde kanaat oluşturamıyor olması bu konuda ilginç. Örneğin, bütün tarihçilerin, Avrupa Hunlarının hükümdarı olan Attila'nın isminde ittifak etmesi mümkün olabilmiş iken (Kitabın yazarına göre bu husus da ihtilaflı olup, Attila Ata İllig olarak değiştirilmiş durumda), Asya Hunlarının en büyük hükümdarlarından olan Mete'nin isminde bu ittifakın oluşamaması ilginç. Bu zamana kadar okuduğum kaynaklarda geçen isimlerini tek tek saymak gerekirse; Mao-dun, Mao-tun, Mo-tun, Mo-dun, Baga-tur, Baga-Tarkan ve nihayetinde Türkçeleştirilmiş Mete ismiyle karşılaşıyorsunuz. Size bugün tanıtacağım Hunlara ilişkin diğer bir kaynakta ise bu isimlere yeni bir isim daha ekleniyor. Börü Tonga. Kitap Berikan Yayınevi tarafından yayınlanmış 378 sayfalık karton kapaklı bir eser. Prof. Dr. Sadettin Gömeç Orta Asya Türk tarihi, mitolojisi, dini başlıkları ile pek çok kitabı kütüphanemde bulunan ve bu konuda yazının ilerleyen safhalarında eleştiri yapmaya çekindiğim bir akademisyen. Konusunda uzman olan bir akademisyen olmasına karşın, Türk-Hun Tarihi kitabı, benim gibi pek çok farklı kaynaktan Hun tarihi okuyacaklar için bazen kafa karıştırıcı bir hal alabiliyor. Dolayısıyla sunacağım itiraz ve eleştiriler, bir tarih araştırmacısı olarak değil, daha çok bir okuyucu olarak öne çıkarttığım şeylerden müteşekkil. Girizgahta belirttiğim gibi, Hun tarihindeki en büyük sorun Çin kaynaklarında belirtilen isimlerin, Çince okunuşları ve farklı dillere geçen okunuşların uğradığı değişiklikler sonucu bu uygarlığa ilişkin adlandırmalarda ciddi sıkıntılar yaşanabiliyor. Buna birde, Çinlilerin, Hun hükümdarlarına verdikleri Çince isimleri de eklediğinizde ortaya bir karmaşa çıkıyor. Örneğin, Hun hükümdarlarına ne ad verildiğine ilişkin adlandırmalara bakarsanız; Şanyü, Tanhu, Tanrıkut gibi terimlerle karşılaşıyorsunuz. Kağan kavramı, bu zamana kadar denk geldiğim kitaplardan öğrenebildiğim kadarıyla, Göktürkler zamanında kullanılan bir kavram olmakla birlikte bazı eserlerde kullanılmaktan çekinilmiyor. Örneğin kitabımızda bu şekilde kağan olarak kullanılıyor. Hakeza Han tabiri de çok daha yakın bir geçmişe ait olmasına rağmen, bu değerlendirmelerde kullanılıyor. Bunun dışında, teşkilatlanma içerisinde yer alan diğer boy ve beylerde de bu sıkıntıları görebiliyorsunuz. Örneğin Sol Bilge Eligi denilen, Hun ordularının en yüksek rütbeli komutanı ve zaman zaman Hun tahtının varisi olan kavram, Gömeç hocanın eserinde Sol Türk Bilge Beg olarak anlatılıyor. Tıpkı Börü Tonga gibi, bu kavrama eklemlenen Türk kelimesinin mevcut kaynaklarda bir yeri olmadığı gibi, Türklerin, Hun Boylar Birliğinde bir boy mu, yoksa Hun nüvesinin atası mı olduğu yönünde tartışmalar devam ederken bu şekilde kullanılması sadece kafa karıştırmak adına değil, bilimsel görüş oluşturmak perdesinde de havayı bulutlandırıyor. Bu aşamada, telaffuz farklılıklarını bir nebze tolere edebilirken, tamamen farklı isimlendirmeler karşısında çaresiz kalıyorsunuz. Örneğin, Mo'tun, Mao'dun ve Mete nispeten telaffuz farklılığı arz ederken, Bagatur, Baga Tarkan ve hatta Sadettin Hoca'nın Börü Tonga isimlendirmesi bir anda bambaşka bir tarih okuduğunuz hissiyatı uyandırıyor. Elbette belki herkesin isimlendirmesi ve okuması yanlış, Sadettin Gömeç'in okuması da doğru olabilir, ancak bu bağlamda Börü'nün Türkler için kutsal bir hayvan olmasından mütevellit yapılan açıklamalara karşı, elimizde yazılı Çin yıllıkları ve fonetiğe ilişkin bilimsel kavramlar bulunduğundan, bu aşamada aksi kanıtlanana dek itibar edemeyeceğim bir isimlendirme olacak Börü Tonga. 

Akademik açıdan pek çok noktada sağlam bir eser olmasına karşın, Börü Tonga nam-ı diğer Mete'nin birden Oğuz Kağan ile eşleştirilmesiyle karşı karşıya kaldığınızda, iş metodik tarihten, mitolojik referanslar içeren ve başka bir bilimin incelemesinde olan fantastik tarihe kayıyor. Kaldı ki Oğuz Kağan-Mete eşleştirmesine katılmadığım gibi, bu konuda İskit-Saka tezleri veya Türk tarihinin daha eski bir destanına dayandığı tezlerini daha makul bulduğumu belirtmeliyim. Özellikle bir takım Azerbaycanlı Türk tarihçilerin üzerinde durduğu gibi Alp Er Tunga destanı ile Oğuz Kağan Destanının bağlantısı olabileceği veya birbirlerinin ardılı ya da bağlantısı olabileceği yönündeki tezler, şahsım açısından Mete-Oğuz Kağan eşleştirmesine göre daha makul, akılcı ve isabetli yorumlar içeriyor. Bu hususu da İskit (Oğuz) tarihi içerisinde edindiğim bilgiler ile harmanladığımda Türk-Hun tarihi kitabında geçen eşleştirmeye katılmak pek mümkün olmuyor. Üstelik Börü Tonga ile Alp Er Tonga arasında kendiliğinden kurulabilecek bağlantılar bu noktada sıkıntı yaratabilecek durumda. Birbirlerinin kültür ve sanatından etkilenmekle birlikte, İskit-Skuz-Oğuz ile Hiungnu-Hun konfederasyonları birbirinden farklılık arzetmekte. Bu iki uygarlık için söylenebilecek en önemli unsur, bir ortak ataya sahip olmaları olabilir. Oğuz Kağan Destanı, Oğuzların, Kağan Destanı olarak isimlendirilip işbu kağanda Alp Er Tonga denilerek epey zorlayıcı bir bağlantı kurulabilir. Yine de tarihi veriler, Hun ve İskit/Saka uygarlıklarını iki ayrı topluluk olarak net bir şekilde ayırmış durumda. Kültürel açıdan birbirine benzeyen toplumların efsanelerinin benzeşmesi durumu da söz konusu olabilir. Ancak tarihi gerçeklik bir kütle halinde ortada duruyor. İskit-Oğuzları, Güney Karadenize göçe zorlayan hareketin Hiungnu saldırıları olduğunda pek çok kaynak mutabık kalmış durumda. Bu bahsi Hunlar ile ilgili son yazıda daha da ayrıntılandıracak olmakla birlikte kitaba devam edecek olursak, dikkatimi çeken ve okumayı zorlaştıran bir öğeyi daha belirtmem gerekir. Dipnotlar özellikleri itibari ile ana metinde detaylandırılamamış hususlara ilişkin ya kaynak belirtmek ya da kısa açıklamalar ile konuyu netleştirmek için kullanıldığında daha amaca uygun oluyor. Eğer bir sayfanın yarısı dipnota ayrılıyorsa, bu durumda dipnottan değil, ana bir konudan bahsediliyor demektir. Bu noktada eğer gerçekten bu denli geniş açıklamalar olacak iseen beğendiğim yöntem, kitabın sonuna "Notlar" diye eklenen kısımlarda bu açıklamaların yer alması. Zira iki sayfa boyunca devam eden bir dipnotu okurken, ana metni geçiyor ve tekrar bir önceki sayfaya, bu sefer ana metni okumak için dönüyorsunuz ki, bu okumanın sürekliliğini ciddi şekilde etkiliyor. 

Türk-Hun tarihi içerik olarak Asya, Avrupa Hunları ve Ak Hunlara ilişkin geniş bilgi barındırıyor. Bu anlamıyla Hunlar bahsini tek bir kitapta toparlayıp halletmesi açısından muazzam bir kaynak. Bununla birlikte, Sadettin Gömeç'in tarihi akış içindeki isimleri değiştirme ve yanlış tabir etmiş olmaz isem Türkçeleştirme yöntemi olmasa belki de Hunlar bahsi için en son tanıtacağım kitap olabilirdi. Ancak belki başlangıçta katlanılabilir olsa da, bu milli hatta Türkçü bakış açısı ve yorumlama bir noktada amacı öğrenmek olan araştırmacıyı yıldırabiliyor. Dolambaçlı referanslar dışında netleşmiş hiçbir kaynağa dayanmayan Börülüler Soyu, Mukan'ın Börü Kan olması gibi kendi okumasını tutarsız hale getiren bu değişiklikler (Mo'tun isminde geçen Mo'yu Börü olarak çözümleyen Gömeç, Mukan daki Mu'yu da Börü olarak okumakta) akademik içeriğe sahip olmakla birlikte, kitabı hiç hak etmediği halde bir misyon veya propaganda eseriymiş gibi gösteriyor. Gömeç Hoca , kendi okuyuşunun yanı sıra parantez içlerinde, kaynaklarda geçen okumaları koruyarak devam etmiş, bu durum,tarihe Türkçü pencereden bakan bir akademisyen olduğundan ideolojik bakış açısını maskelemeye yetmese de, Türk'ün gücü kudreti ve benzeri kavramları işitmekten rahatsız olmayacak okuyucular için Hun tarihini ele almak bağlamında Türk-Hun Tarihi önemli bir kaynak. İdeolojik anlamda beni rahatsız etmese de, akademik veya araştırma anlamında beni rahatsız eden destan, efsane ile gerçek tarihin karıştırılarak belirli vâkalara mesnet yaratılması veya tarihin mitolojiye uydurulmaya çalışılması durumları. Burada tanıtmaya fırsatım olur mu bilmiyorum ancak mitolojik eserlerin, kavimlerin psikolojilerine ve ahlâki, kültürel değerlerine ilişkin bilinç altı izler taşıdığı, bütün mitolojik eserlerin temel bağlam noktalarında birleşmelerinde insanlığın ortak mirasının yatmakta olduğu vb. hususlar dairesinde değerlendirmeler yaparak mitolojilere yaklaştığım için ve eski çağ tarihinde bunu yaparken nasıl yanlış değerlendirmelere yol açılabileceğini zamanla öğrendiğim için bu olguların tarihin gerçekliğine yansıtılmasında daha dikkatli olunması gerektiğine inanıyorum. Elbette önceki yazılarımı okuyanlar kendimle çeliştiğime inanabilir. Aslında biz buna çelişme değil değişme diyoruz. Tabii ki önceki yazdığım her satırın arkasındayım. Nitekim eski yazılarımı, imla hataları dışında güncellemiyorum. Ancak insan öğrenen bir varlık ve her yeni bilgiyle bakış açısı biraz daha değişebiliyor. Kitaptaki dipnotlarla ilgili itirazlarım da bâkidir. Keşke bazı dipnotları doğrudan ana metnin içerisine alsalarmış. Çünkü kaynakların incelenmesi arasında dipnotlarda geçen bilgiyi metin aralarında işlemek muhtemelen daha verimli bir okumaya sebebiyet vereceği gibi, eseri diğer benzerlerinden net bir şekilde ayırabilirmiş. Türk tarihi çok geniş bir alana hakim ve bu alanı her saftan, her okuyucuya hitap edebilecek şekilde kaleme almak nedense bizim akademisyenlerimize çok sık kısmet olmuyor.

Milli-Türkçü-Milliyetçi referanslar okumanızı etkilemeyecek hatta bu duygularınızın kamçılanması daha da çok hoşunuza gidecek ise bu kitap Hun tarihini okumanız için elverişli bir kaynak. Ancak genel itibariyle tarihi anlamda isimlendirmeler dışında, diğer kaynaklarda yer almayan önemli bilgiler içerdiğini söylemek konusunda çok kesin konuşamıyorum. Bu eleştirileri yaparken de, acizane, Sadettin Gömeç hocanın önsözünde yer alan eleştirileri kabullenmiş cümlelerini kalkan olarak kullanıyorum. Zira kaynaklardan alınan bilgiyi yansıtmanın ve burada bazı tarih tezlerimizi diri tutabilmek için destan ve efsanelerden destek almanın dışında, farklılık yaratan bir eser olmadığını ancak bu alanda bir kapı açacak nitelikte olduğunu bilerek okumakta fayda var. Bunca itiraza rağmen kitabı neden tanıttığımla ilgili sebeplerimi de açıklayıp, maratonda diğer kitaplarla yolculuğuma devam edeceğim. Sitede tarih maratonu dışında okuduğum kitaplarda tanıtım yaparken bir seçim yapmakta kendimi serbest hissetmeme rağmen, maratonda bütün kaynakları tanıtmanın daha objektif olduğuna inanıyorum. Bu sebeple zaman zaman okurken beni yorsa dahi elimdeki tüm kaynakları tetkik ettiğimden, sadece kendim değil, sizlerin de emin olmasını istiyorum. Hâl böyle olunca, zaten üzerinde çok fazla çalışma yapılmamış bir alan olduğundan, elimdeki her kitap kıymetli bir kaynak halini alıyor.

Tarihin ve kitapların aydınlattığı yolda birlikte yürümeye devam edebilmek dileğiyle.

Kitaplarla kalın.