Sahaf Raflarında Kaybolmuş Atlılar: Asya'dan Avrupa ve Hindistan'a Hunlar

"Garp tarihçiliğinin alakasızlığı ve anlayışsızlığı ile boy ölçüşmek, 
ancak Macar tarih ilminin imkân ve arzusu dahilindedir"
Sandor Eckhdart



Eski Çağ Türk tarihinde çok hızlı ilerleyebilmiş olmama rağmen, İslamiyet öncesi Türk tarihinde neden bu kadar yavaş ilerlediğimin sebeplerini sair tanıtımlarda açıklamıştım. Açıkçası sadece şu an Hunlar ile ilgili okumuş olduğum kitapların sayısı, bir eski çağ uygarlığı için okumuş olduğum en yüksek kitap sayısını geçmiş durumda ve hâlâ Hunlar bahsini tamamlayabilmek için okumam gereken pek çok kitap var. Bu kadar uzun sürmesinin en önemli sebeplerinden birisi bu. Bir diğeri, Hunlar ile ilgili okumaların, özellikle Asya Hunları açısından zor olması. Çin kayıtlarının etkisiyle, isimlerin sürekli değişiklik arz etmesi, bu konuda bir eser sunan akademisyen, araştırmacı ve tarihçilerin aynı tarihi kişileri farklı farklı isimlerle okuyucuya sunması, Çince'den dilimize sadeleştirilmeye çalışılan metinlerle, Çin kaynaklarında olduğu gibi alınan isimlerin okuma akışını bozması da, bu konuda kitap okuma hızımı epey düşürüyor. Eh bütün bunların yanında ise asıl sebebin, aileme ayırmam gereken zaman ve çalışma tempomdan geriye kalan zaman olmadığını ise sosyal medya hesaplarından defalarca belirttim. Bu sebeple hızlanmak adına, size bu yazıda üç kitap birden tanıtacağım. Ancak bu üç kitabın, önemli bir ortak noktası var. Bu ortak noktada hepsinin sahaflardan bulunmuş eserler olması. Temini mümkün olmayan ve eşsiz sayılabilecek bir kitapta mevcut, yeni basımı yapılmış; ancak elimde her iki basımı da olan bir kitap da mevcut. Bu kapsamda size dört kitap tanıtacağım. Ancak yeni eserlere ilişkin tek kitap üzerinden tanıtım kuralını bozmadan, sadece bir istisna yaratacağım. Böylece hem maratona biraz hız kazandırmış, hem de sizi güncel okumamın çizgisine getirmiş olmayı umut ediyorum. Eh madem öyle başlayalım. 

Tozlu Yaprakların İçinden: Hunlar - Hüseyin Namık Orkun

Tarih maratonunun bana sunmuş olduğu en önemli getirilerden birisi de, sahaflar dünyasını yeniden keşfetmem olmuştur. Lise yıllarımdan bu yana sahaf gezmelerini bıraktığım gibi tozlu raflar arasında yatmakta olan hazinelerden ve onların taşımakta oldukları ruhtan epey uzaklaşmış durumdaydım. Babamın kütüphanesinden ödünç aldığım ve bir daha asla geri vermediğim 70'li yılların baskılarının yanı sıra, yakın zamanda basılmış olmalarına rağmen türlü sebepten tükenmiş yakın dönemi kitaplarına ulaşabilmemin anahtarı da hem gerçek, hem de online haliyle sahaflar oldu. Hüseyin Namık Orkun'un Hunlar kitabıyla ise internet üzerinden yaptığım bir gezintiyle karşılaştım. Hunlara ilişkin çok sayıda kaynağım olmasına karşın, referans verilen eski eserlere ulaşamamak gibi bir sıkıntım mevcuttu. 1939 baskısı Hunlar ile karşılaştığımda, kütüphanemdeki en eski tarihli eseri temin etmiş oldum. Epey hasarlı olduğu için karton kapaklı diyemeyeceğim ... sayfalık bu kitap, daha çok manevi anlamına binaen kütüphanemde yer almakta. İçeriğine geçecek olursak, Orkun, günümüzde halledilmiş olan Hunlara ilişkin pek çok problemi o dönemde çözümlemiş gözüküyor. Buna rağmen kitap çok ince ve hassas bir yapıda. Okurken toz çıkartması, sayfaların birbirine yapışmış halde oluşu gibi unsurlar yüzünden normalde bir buçuk saatte bitirilebilecek bir kitabı üç saate yakın bir zaman diliminde bitirmiş oldum. Hun tarihinin bir özeti olarak da incelenmesi gereken kitap geçen zaman içerisinde içerdiği bilgilerin güncellenmesi sebebiyle, Hun tarihi okuyan/okuyacakların kafasını karıştırabilir, ancak temel itibariyle Hun tarihine hakim olmanın en kestirme yolu olduğunu belirtmeliyim. 

Pirincin Taşını Ayıklarken: Hunların Dili - Talat Tekin

Kitabı okumaya başladığım dönemde, birbiri ardına bu kitaba bağlanan farklı şeylerin olduğu bir dönem oldu. Önce Talat Tekin hakkında yaptığım araştırma ile onun çok severek dinlediğim Özlem Tekin'in babası olduğunu öğrenmiş, daha sonra Hun dili ve yazısı konusunda kılı kırk yaran bir sürü akademik çalışma arasında, onun bu eserine yapılan referanslara denk gelmiştim. Hun yazısı denilen şey, çok muğlak bir kavram. Bugün Hunların bir yazı dili olduğu ve Hunca tabir edebileceğimiz bir dilin varlığı o döneme ilişkin farklı kaynaklarda geçen ibarelerle netleştirilen bir olgu. Zira Hun yazısına ilişkin Hunlardan günümüze kalmış olan Orhun-Yenisey Yazıtları gibi geniş kaynaklar mevcut değil. Ancak Hun hükümdarlarının özellikle Çin'e mektuplar gönderdiğini, Hunların müstakil bir yazıları olduğunu farklı kaynaklardan teyit edebilmekle birlikte bu konuda maddi delil sıkıntısı çekilmekte. Talat Tekin'in bu eseri de kısıtlı (çok kısıtlı) bir metin üzerinden Hunların Dili üzerine yapılmış bir araştırma. Doruk Yayınları tarafından 1993 tarihinde basılmış olan kitap 55 sayfa. Kitap üç bölümden oluşuyor ve bu bölümlerde Hun diline ait kelimeler olduğu düşünülen "Tengri, Şanyü, Yençi" gibi kısıtlı Hsiung-nu malzemesi ile  Çin ideogramlarından oluşan 10 hecelik Hunca bir beyit üzerinden bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Daha önce dil bilim konusunda bir kaç kitap karıştırmış okuyucunun çok yorulmadan ve yıpranmadan bir çırpıda bitirebileceği bir eser. Bazı kavramlara aşina değilseniz o takdirde bu 55 sayfa sizi biraz yorabilir. Bunun dışında Tekin, bazı okuyuşları yorumlarken, daha önce bu Hunca beyit hakkında görüş sunmuş farklı ülkelerden akademisyenlerin, kendi dillerinde yaptıkları yorumları hiç değiştirmeden alıp yorumluyor. Bu kitabı bitirdikten kısa bir süre sonra Talat Tekin'in vefat haberini aldım. Elimde bugüne kadar sadece bir eseri bulunmuş olmasına rağmen farklı bir duygu yaşattı bana. Bu zamana dek Türk dili ve tarihi konusunda ciddi emekleri olan Talat Tekin'i rahmetle anıyorum. Kitabı bulmak için sahaflarda olağanın üzerinde bir araştırma yapmanız gerekebilir.

İran ve Hindistan'da Mete'nin Torunları: Kuşan ve Akhunlar Tarihi - Enver Konukçu

Hun tarihi denildiğinde, bu tarihin üvey evladı, örselenen ve bir köşeye itilen parçası nedir diye sorsanız, benim aklıma hep Akhunlar gelir. Bulundukları bölgede, Soğd ve Hind etkisi arasında kalmasına rağmen, Asyayı kasıp kavuran atalarının savaşçı geleneğini, günümüzün Maveraünnehir dolaylarında defalarca göstermiş, Sasanî İmparatorluğu gibi bir imparatorluğun taht seçimlerine müdahale etmiş, yeri geldiğinde Sasanîlerle birlikte Doğu Roma İmparatorluğuna karşı bayrak açmış, Hindistan'ın içlerine kadar ilerlemiş ve burada, Babür İmparatorluğunun son bulmasına kadar sürecek Türk hakimiyeti ve ağırlığının ilk tohumlarını saçmış olan bu devletin ve selefi olan Kuşanların hakkında, tarihi malûmatın bu denli az olması veyahut en azından Türk akademisyenler tarafından, diğer araştırmalara nazaran daha önemsiz seviyede tutulması tam olarak anlayamadığım bir konudur. Tarih maratonum eski çağ tarihinde devam ederken, hem bilfiil, hem de internet yoluyla, Akhunlardan bahseden müstakil bir kitap aramak uğruna epey zaman harcadım. Elde edebildiğim tek kaynak Türkler Ansiklopedisinde geçen bir makale oldu. Yine de ümidimi kesmeden ara sıra bakmaya devam ettim. Hatta şimdi bile, yeni çıkmış bir eser var mıdır? Yoksa benim gözümden kaçan olmuş mudur? diye araştırmaya devam ediyorum. Bu şekilde aramaya devam ederken, bu tanıtımdaki pek çok kitap gibi, nadirkitap.com sahaflarından birinde, Kuşan ve Akhunlar Tarihi kitabını bulmam ve almam bir oldu. Sevinç Matbaası tarafından 1973 yılında basılmış olan eser, iç ve dış olarak yıpranmamış ve okunabilir olmasına rağmen, eskiliğini ve sahaf raflarında tükettiği ömrü belli ediyor. Hatta bu kitabın bir dönem bir kütüphanede olduğunu düşünmek için geçerli sebeplerim de oldu. Kağıt kapaklı kitap ... sayfa. Enver Konukçu tarafından, akademik ilerleyiş doğrultusunda, önce Kuşanlar ve sonra halefleri olan Akhunlar incelenmiş. Kitaptaki anlatım dağılımı ve denge açısından bakılırsa, Akhunlar için kitapta daha fazla bölüm ayrılmış durumda. Kuşanların etnik menşei ve Kuşan etnonimi hakkındaki bilgilerle başlayan kitap, kısa bir Kuşan tarihi sunduktan sonra, Akhunlar'a geçiyor. Kuşanların, Mete tarafından Asyanın batısına sürüklenen büyük bir kısmı da imha edilmiş olan Yüeçilerin ardılı olabileceği gibi, Türkî bir kavim olabileceği tezleri üzerinde de duruluyor. Bunun yanı sıra Hindistan'a hakim olmuş Kuşan İmparatoru Kanişka ve fütuhatı ile ilgili geniş bilgi de veriliyor.

Enver Konukçu'nun Sakalarla ilgili olarak, onların İranî olduğuna dair kesin kanaatleri var. Öyle ki, eserin pek çok bölümünde sürekli olarak İranî olan Sakalardan bahsediliyor. Oysa, eski çağ tarihi başlığında üzerinden delilleri ile geçip, anlatmaya çalıştığım üzere, Sakaların bağlanabileceği en son etnik unsur olarak İranîlik gözükmekte. Ayrıca Kuşan etnik bağlantılarını incelemesinin ardından Akhun-Kuşan bağlantısı kurmaya çalışan yazar, Akhunları bir yandan Yüeçilere, öbür yandan Hunlara bağlayan tezleri inceliyor. Bu noktada belki sistematik bir farklılık olabilir, zira Akhunlar etnolojik olarak Kuşanların ardılı ise doğrudan Yüeçilerle bağlantılı olarak addedilebilir. Eğer Akhun-Hun bağlantısından bahsedilecekse bu noktada ise Kuşan ve Akhunlar arasında ki tek halef-selef ilişkisi hükmettikleri topraklar ekseninde değerlendirilmek zorunda kalabiliyor. Akhun etnik meselesinin çözümünde incelenen tezlerin onların Türkî veya İranî olduğu ekseninde geçtiğini belirtmek gerekir. Enver Konukçu kitabında Eftalit isminin Akhunlara sonradan verildiği ve bu isimle birlikte bölge etkisi sonucu İranî isimler kullanılıyor olmasının Akhunları İranî bir kavim olarak nitelemeye yetmeyeceği hususunda doyurucu açıklamalar yapıyor. Esasında günümüzde Hint-Avrupalı sayılan bir kavim Yüeçilerle bağlantılı sayılan Kuşan İmparatorluğunun etnik menşei, Akhun meselesinin çözümü açısından da önem arzediyor. Zira yabancı kaynaklarda dahi White Huns olarak geçen Akhunlar ile Hun-Hiungnu arasında bağlantı kurmaktan ısrarla kaçınılıyor. Oysa ki, Eftalit ismi Akhunları 40 yıl yönetem Aksuvar isimli Hakanın gücü karşısında kendisine verilmiş Epthalanos isminden gelmekte. Aslında farklı noktalarda da verdiğim referansla, hem Asya, hem de Avrupa da birden yok olduğuna inanılan Hun toplumunun, buhar olup uçmadığı, Doğu Avrupada Avar, Macar, Sabir olarak; Asya da ise Akhun, Göktürk olarak devam ettiğini düşünmek için yeterli delil ve sebep var. Kitapta, Aksuvar, Toraman, Mihirakula gibi hükümdarlar gören Akhunlar, Göktürkler ve Sasanîlerin işbirliği ile yıkıldığında, Enver Konukçu'ya göre, Göktürk Hakanlığında eriyen ve onlara tabi olan büyük Akhun kabileleri olduğundan bahsediliyor. Yazarımıza göre Kuşanlar da, Akhunlar da birer Türk devleti. İçinizdeki şüpheyi yok ederek bunu söyleyebilmek elbette mümkün değil; buna rağmen Kuşan ve Akhunların, İran'da 1500 yıl, Hindistan'da ise 1200 yıl sürecek Türk hakimiyetinin başlangıç noktaları oldukları kabul edilebilir. Bu husustaki bilgi boşluğunu doldurmak için temin edebildiğiniz takdirde muhakkak okumanızı tavsiye ederim.

Macar Gözüyle Hunlar: Attila ve Avrupa Hunları - Lajos Ligetti, Peter Vaczy, Sandor Eckhardt, Gyula Nemeth, Nandor Fettich

Türk tarihçi ve akademisyenlerin Hunlara bakış açısı, ata uygarlık olması ihtimalinin kuvvetine dayanmaktadır. Zira Türklerin Orta Asyada Türk adıyla görülmeye başlamış olmasından mütevellit, bir ön-Türk uygarlığı var ise muhakkak Orta Asyada olması gerektiği kanaatine varılmış ve Hunlar gibi büyük bir konfederasyon birliği içerisinde Türklerin yeri, konumu mühim bir araştırma sahası teşkil etmiştir ve halen etmektedir. Macarlar açısından Hun tarihi ise farklı istasyon noktalarıyla olsa dahi aynı kanaatleri oluşturur. Atilla'nın Hunlarının mümbit Macar ovalarında birdenbire ortadan kaybolmadığı, Avarlar, On-ogur ve Ugor kabileleri ve hatta Bulgarlar da konunun içine dahil edilerek, bugünkü Macar ulusunun nüveleri dikkat çekici bir araştırma sahası teşkil etmiştir. Nadirkitap.com adresinden aldığım kıymetli kitaplardan birisi de her ne kadar başlığında Attila ve Hunları - Gyula Nemeth yazsa da, ağırlığı Macar olan beş akademisyenin Hunlar hakkındaki yazılarını içeren bu kitaptır. Anıl matbaası tarafından 1962 yılında basılan bu ciltli eser, ciltli ve toplam da 325 sayfa. Cildi sonradan yapılmış olması büyük ihtimal olan bu kitap aslında bulunmaz nitelikte bir eser. Buna karşın hem basım yılından sonra, Hunlarla ilgili olarak edinilmiş olan bilgilerle farklılık arz eden yorumları, hem de avrupalı olmanın getirmiş olduğu bakış açısıyla Asya Hunlarını eğitimsiz barbarlar sürüsü olarak nitelemesi açısından, bazı yorumlamalar can sıkıcı olabiliyor. Özellikle Hunların Çinlilerden de önce bir dili olduğu konusunda mutabık olup, yazının ne olduğunu bilmeyen barbarlar olarak nitelenmesi ve benzer çelişkileri pek çok yerde devam ettiriyor. Kitap Lajos Ligeti'nin Attila Hunlarının Menşei başlıklı çalışması ile başlıyor. Burada etnik anlamda mevcut tezlerin değerlendirilmesi ile Ligeti'ye göre, Akhunlar ile Hionitler bir tutularak, Eftalitlerin ayrı bir kavim olduğu vurgulanıyor. Takip eden yazı yine aynı yazar tarafından Asya Hunlarını mercek altına alıyor. Burada Çin kaynaklarının yanı sıra, Rus arkeolojisinin Hun meselesinin çözümünde sunduğu deliller de değerlendiriliyor. Ligeti'nin özellikle Asya Hunlarını vahşi göçebe barbarlar olarak nitelendirmesi söz konusu. Bununla birlikte Hunların bin yıldan uzun süredir konuştukları bir dilin olduğunu kabul etmesine ve Çin gibi bir ülkeyle bin yılı aşkın komşuluğuna rağmen Hunların yazı bilmez vahşiler olduğuna ilişkin tanımının akademik değeri nedir bunu da ayrıca değerlendirmek gerekir.

Takip eden bölümde, Hunların Avrupaya girişleri ve Avrupa'da İmparatorluğun kurulması bahsini Peter Vaczy'nin kaleminden okuyoruz. Bu kısımda Attila'nın Doğu Avrupayı domine etmesine kadar geçen sürede olanlara ilişkin bilgi sahibi olduktan sonra, üçüncü bölümde de Attila dönemi Hunların durumu inceleniyor. Vaczy dördüncü ve son bölümde ise Attila'nın ölümünü takiben inanılmaz hızlı bir şekilde dağılan imparatorluğun son durumunu ve Hunların akıbetini anlatıyor. Bu kapsamda Avrupa Hunlarının kurduğu konfederasyonda yer alan diğer kavimlerin ve Attila'nın fütüuhatında rol alan şahısların geçmişleri hakkında bilgi de edinebiliyorsunuz. Kitabın en ilginç ve bu kadar ayrıntılı olacak şekilde eşine az rastlanılır kısmı Sandor Eckhardt tarafından kaleme alınan Attila'nın efsanelerdeki yerine ilişkin makalesinde ön plana çıkıyor. Burada Avrupa Hunlarına ilişkin okuduğum eserlerde, sadece değinilen ama ayrıntılandırılmayan efsanelere atıfta bulunulduğu gibi, Attilla ve Hunlarının Yecüc-Mecüc, Biznas Efsaneleri, Got ve İtalyan Masalları gibi parçalarda edindiği yere ve bu yerin günümüz Avrupasında halen sürmekte olan yıkım ve korkunun arketiplerini bulabiliyorsunuz. Atilla hakkındaki efsanelere ilişkin ilginç bilgilerin ardından, Gyula Nemeth'in Hunların diline ilişkin makalesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Burada köken birliği olmasına karşın, Asya Hunları ile Avrupa Hunlarının dilleri arasında bariz bir ayrılık olduğunu belirten Nemeth Priskos ve Jordanes'te geçen bazı kelimeler ve Attila isminin çözümlenmesi üzerinden Hun dili ile Türk ve Moğol dilleri arasında bir bağlantı kuruyor. Kitapta son olarak karşı karşıya kaldığımız bölüm ise Nandor Fettich tarafından kaleme alınan Hunların Arkeolojik Hatıraları isimli bölüm. Burada Hun arkeolojisine ilişkin olarak ulaşılan eserler, nitelikleri ve bu eserlerin Hun iktisadi ve toplumsal hayatı açısından taşıdığı önem irdeleniyor. Kitapta bana en ilginç gelen bölüm, özellikle de bu konudaki kaynak sıkıntısı sebebiyle Attila hakkındaki efsanelere ilişkin bölüm oldu.

Sahaf kitaplarının diğer kitaplara oranla, okuyucuya yaşattığı his çok farklı oluyor. Kitapların dokusu, yıpranmışlıkları, eski kokan sayfaları, sayfalara sizden önce değmiş olan gözlerin kitaba bıraktıkları hatıralar, her şeyiyle sizi sarıp sarmalıyor. Ayrıca bende saplantı halini almamış olmakla birlikte, pek çok kitapsever için, hatta kitap okumasa dahi köşe bucak müzayede ve sahaf gezen pek çok koleksiyoncunun en önemli saplantılarından birisi bu nadir bulunan kitaplar. Benim ise tek saplantım, kaliteli ve zor bulunur eserleri çocuklarıma miras bırakabilmek. Zira günümüz tarihçiliğinde eski çağlara ilişkin pek çok noktanın karanlık kalmasının en önemli sebeplerinden biri, kültür ve cazibe merkezi olan eski şehirlerin yağmalandığı sıralarda, kıymetli kütüphanelerindeki bütün kitapların bir daha geri gelmemek üzere yok edilmesidir.

Kitaplarla kalın.