Bireyin Tasavvurunun Ötesinde: Yasalar Üzerine - Cicero

"O halde adalet de ne ödül ne de ödeme vadeder, o sadece kendisi için arzulanır,
zira bütün erdemlerin nedeni ve anlamıdır."
Cicero (Kitaptan)



Yasa dendiği zaman, hem mesleğin getirmiş olduğu gereksiz ukalalığım, hem de ilgi alanımda yer aldığı için yasa kavramının oluşumunu izlediğim eski çağ hukuku notlarım gözümün önüne gelir hep. İnsan sosyal hayatını düzenlemek için hep yasalara gerek duymuş mudur? Yoksa bir şeyleri düzenleme ihtiyacı ilk olarak nereden çıkmıştır gibi soruların cevabını bu araştırmalarda aradım. Hatta bu yazılara, sitenin sağ yanında bulunan yazılarla ilgili başlıklardan da ulaşabilirsiniz diyerek devam edeyim. Hukuk ve yasa fikrinin, doğal olarak din ile bir bağlantısı olduğunu kabul ederek başlamalıyız. Zira yazılı hukukun ilk örneklerinden Cicero'ya kadar gelen süreç içerisinde ve hatta Cicero'nun size tanıtacağım kitabında da, dinlerin, yasa denilen şeyle ve dolayısıyla hukukla tamamlayıcı(simbiyotik) bir ilişkisi olduğunu söyleyerek kitabı tanıtmaya başlayayım. Kitap Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanmış, hem ciltli, hem de karton kapaklı olarak basılmış 133 sayfalık bir eser. Kitaplığıma verdiğim değer, eserin saklanması gereken bir eser olduğuna dair çaba gerektirmeyen bir öngörü ve yayınevinin cilt kalitelerini daha önce test etmiş olmam sebepleriyle ciltli baskısını tercih ettim. Yasalar Üzerine, Cicero'nun Devlet Üzerine ve Yükümlülükler Üzerine kitaplarından sonra gelen, yine bu kitaplar gibi diyalog tarzına sahip olarak, Atticus, Quintus ve Marcus'un kendi aralarında hukuk, adalet ve yasalara ilişkin kavramları tartışmaları ve Atticus ile Quintus'un Marcus yani Cicero'dan bu kavramları tanımlayarak kendilerini aydınlatmasını istemeleri gibi bir senaryo üzerine kurulmuş. Daha önce diğer örneklerini tanıtmamış olduğum için, diyalog tarzının, bir tiyatro oyunu okuyormuş gibi hissettirdiğini söyleyerek sizler için daha açıklayıcı olmaya çalışacağım. Bununla birlikte, bir tiyatro oyununda yer aldığı üzere duygu aktarımı yok. Tirat kabul edilebilecek uzun monologlarla da karşılaşabiliyorsunuz. Bununla birlikte Marcus tanımlamaları ve görüşlerini aktarmayı sürdürürken Quintus ve Atticus kâh sorularla yönlendirerek, kâh konuya ilişkin karşı tezleri vurgulayarak Cicero'nun gerçekte anlatmak istediği şeyi söylemesine uygun zemini hazırlamaktalar.   

Aslında bu tarz, genel okuma alışkanlığının ötesinde okuyucuyu zorluyor. Özellikle karakterlerin kendileri aralarındaki konuşmalar o döneme ait okuyucunun bilme ihtimalinin çok düşük olduğu karşılıklı olaylara göndermeler yapıyor olduğundan, tanımlamalar ve görüşlere ilişkin Marcellius'un tiratlarına kadar geçen bölümlerde, bakışlarınız bir metne, bir de dipnotlara kayıp duruyor. Eğer dipnotlarda yer alan eski Yunan ve Roma dönemindeki eserlere aşinalığınız varsa daha hızlı ilerleyebiliyorsunuz. Cicero'nun çağının ve hatta çağımızın ilerisinde bir yasa ve hukuk anlayışı olduğunu gösteren pasajlarla karşılaşabileceğiniz gibi aynı zamanda yasa ile Tanrı arasında kurduğu bağdan mütevellit, meşhur Roma'da dahi hukukun dini bir referans olmaksızın var olamayacağı fikrine kapılabilirsiniz. Esasen kapsamlı bir şekilde yaptığım eski çağ hukuku araştırmalarının neticesinde bu kanaate kapılmamak elde değil. Zira dinler ve özellikle dini metinler esas itibariyle aynı zamanda yasal hükümler içermekteler. Dolayısıyla, Tanrıdan, tanrılardan, dinden ve dinlerden bağımsız bir yasa kavramını düşünebilmek hukuk felsefesi içerisinde Tanrı yerine başka bir kavram ikame edilmediği müddetçe mümkün değil. Yasaların ve dinin bu iç içe geçmişliği karşısında, Cicero'nun tespitlerinin yanlışlığından dem vurabilmek de hakeza mümkün değil. Bununla birlikte, dünyayı dinlerden uzak ve ayrıştırılmış bir bakış açısıyla gören insan için Cicero'nun yasanın temeli olarak gördüğü şey ne olarak yorumlanabilir diye de düşünmüyor değilim. Yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi hukuk felsefesi içerisinde yasanın göbekten bağlı olduğu Tanrı kavramı, doğaya evrilebilir. Doğanın hukukundan doğan, hukuk genel ilkeleri ve yasalardan da bahsedilebilir. Ki kitapta da, hatip tarafından zaman zaman doğa kavramı bu olağanüstülüğü karşılamak için kullanılmaktan çekinilmemiş. Buna karşın, adına doğa veya tanrı ne denilirse denilsin, Cicero'nun özünde anlatmaya ve yüceltmeye çalıştığı şey yasa kavramının insan zihninin kapsayacağından daha geniş bir tasavvurun ürünü olduğu.

İnsan zihninin dışında bir tasavvur olduğu vurgusunun yanı sıra, Cicero'nun yasanın doğasının, insan doğasıyla aynı şey olduğunu söylerken, biraz daha ileride İnsanın tanrısal aklı paylaşan bir canlı olduğunu vurgulaması tesadüfi değil. Bu aklı paylaşan canlıların, bir araya gelerek bu tanrısal aklın ürünü olan yasaya riayet etme iradesine erişmeleri vurgulanmak istenen. Bu ortak aklın ortaya çıkaracağı hukuk doğa tarafından onaylanmadıkça da asla erdemli olmayacak. Cicero bu tespitlerinin arkasında da hukukun, özellikle de yasama faaliyetinin çoğunluğun buyruk ve rızası doğrultusunda gerçekleştirilmesinin, yasanın ahlaken en doğru halini almış olduğuna delil teşkil etmeyeceğini de güzel cümlelerle zihinlere kazımış zaten. Elbette Cicero'nun bütün bunları yaparken güncel uygulamalara atıfta bulunması ve örneklendirmelerini Roma hukuki sistemi içerisinden karşılık bulacak şekilde yapması gibi fiili bir mecburiyeti var. Bu sebeple hukuk ve özellikle Roma Hukukuna az biraz aşina olmayan okuyucu için, bazı bölümler sıkıntı verici, dikkat dağıtıcı ve hatta yorucu gelebilir, dipnotlar olmaksızın ilerlemek imkansız hale gelebilir. Ancak hukuk fakültesinde okuyan, hukuk tahsili yapmış veya özel ilgi alanı olarak hukuk ve eski çağ ile ilgilenen okuyucunun muhakkak kütüphanesinde bulunması gereken bir eser. Elbette buradan anlaşılması gereken bu kitabın sadece hukukçulara hitap ediyor olduğu değil. Aksine, toplumun katmanlarının birbiriyle nasıl bir armoni içerisinde yaşayabileceği, bu armoniyi sağlamada hukukun ve yasaların rolünün ne olabileceği, yasaların nasıl düzenlenmesi ve yasa denilen nesnenin nasıl algılanması gerektiği yolunda da, konu dışında pek çok okuyucuya hitap ediyor ve etmeli de. Zira günümüzde, sosyal toplum, hukuk devleti gibi kavramların içi gittikçe boşalıyorsa, bu eksikliğin altında, insanların yasaya, hukuka ve hukukçuya bakış açısında kaybettiği veya kabul etmek istemedikleri gerçeklere ilişkin düşüncelerinin rolünün var olduğu bence kaçınılmaz. Milattan önceki tarihlerde yazılmış bir eserin, günümüz hukuk sistemini anlamaya ve anlamlandırmaya nasıl bir katkısı olabilir ki diye düşünüyorsanız, insanlığın binlerce yıldır aynı sorunların etrafında dönüp durmakta olduğunu anlamak için dahi bu kitabı okumanız yeterli olacaktır diyebilirim. Belki de insanoğlu gelişimini sürekli ertelediği için bir türlü "altın çağa" ulaşamıyoruzdur ne dersiniz?

Kitap okumanın sıradan bir olay olacağı altın çağlarda görüşmek dileğiyle.








Yorumlar