Erdemleri İnşa Ederken: Kapı - Magda Szabo

"Kim yalnız değil ki? Bilmek isterdim doğrusu. 
Hatta biriyle birlikte yaşayanlar bile yalnız, 
sadece yalnız olduklarının bilincinde değiller, o kadar!"
Kitaptan



Her ne kadar nev'i şahsıma münhasır bir kütüphane düzenlemeye çalışsam da, zaman zaman dikkatimi çekmeyen, belki okumayı dahi düşünmeyeceğim kitaplar hediye edildiği zaman, özellikle hediye eden eşim olduğunda, kütüphanemde yer alabiliyor. Magda Szabo'nun kitaplarının kütüphaneme girişinin kısa bir hikayesi bu aslında. Özellikle tarih maratonu kapsamında sıklıkla edebiyat okumalarından uzaklaştığım için kütüphanemin raflarında ara ara görmekle birlikte okumak için pek şans vermediğim bir kitap olmuştu Kapı. Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan eseri okuduktan sonra ise kitap okuma deneyimi içerisinde çok ilginç bir hâli fark etmeme sebep oldu. Normal okuma rutinlerinin dışına çıkmanın, farklı ve belki "ben bu kitabı okumam" diyebileceğiniz kitapların içerisinde, diğer kitaplarda aradığınız ama bulamadığınız pek çok şey olabilir. Kapı benim, "bu kitabı okumam" önyargımı bu anlamda farklı bir noktadan kırmayı başardı. Kitapta bir yandan sanki Magda Szabo'nun kendi başından geçmiş, gerçek bir hikayeyi anlattığı zehabına kapılıyorken, diğer yandan okuduğunuz romanın üslubunun hikâyeyi canlı ve gerçek kıldığı için böyle hissettirdiği düşüncesine de hak verebiliyorsunuz. Ancak Kapı romanını güçlü bir anlatı hâline getiren şey, kesinlikle romanın kilit karakteri olan Emerenc. Uzun süredir, bir romanı sırtlayıp götüren, romanın bütün dinamiklerini onun davranışlarının belirlediği bir kurgu karakter okumamıştım. Onun, inanılmaz canlı hissettiren karakter yapısı ve davranışları, sahip olduğu değerler bağlamında romanı öte yanda gerçek dışı bir kurgu hâline getiriyor. İlkeli ama eyleme dayalı dürüst karakteri sayesinde, oturduğu yerden fikirleriyle mücadele ettiği düşüncesine tutunan romanın anlatıcısı ve başat karakterinin hayatını değiştirmekle kalmıyor, onun nezdinde bizler gibi okuyup, yazarak bir şeyleri değiştirebileceğine inanan insanların zihnine de eylemsiz düşüncenin hiçbir işe yaramadığını, hatta düşünmenin bir eylem olmadığını çivi gibi çakıyor. İlgi çekici, güçlü ve merak uyandıran bu karakterin sabun köpüğü değerleri allak bullak eden, kendi kendimize tekrarladıkça doğru olduğuna kendimizi inandırdığımız yapay değerlerimizi hor gördüğünü ve aslında okurken ona ister istemez hak verdiğinizi de belirteyim. Böylesi karakterin etrafına örülmüş diğer karakterlere rağmen, belirli noktalarda kurgunun hızı düşüyor. Sanki yazar bazı bölümleri bitirdikten sonra uzun bir ara vermiş ve tekrar yazmaya başlamış gibi hissettiren bazı kopukluklar hissediliyor. Elbette bir hususu daha şerh düşmeliyim ki, o da sönük bir finali olması. Ancak bunu bir eksiklik veya olmamışlık anlamında değerlendirmek yerine kurgunun, anlatılan hikâyenin kaçınılmaz sonunun bu olmasıyla izah ediyorum. Burada finalin, kurgunun kendisine görece sönüklüğünün bir diğer önemli sebebi de, okuru finale götüren ortam değişikliğiyle izah edilebilir. Roman boyunca karakterlerin yaşadığı mahalle ve evler kurguyu öyle kuvvetli bir zamkla birbirine yapıştırmış ki, finale doğru okur tarafından da kanıksanmış bu ortamın dışına çıkılınca, sanki o aşamada roman bitiyor gibi hissedilmesi kaçınılmaz. Üstüne üstlük kuvvetli bir imge olarak romanda bulunduğu hissedilen bazı yan karakterlerin de bir anda kendini kurgunun dışında bulması da bu hissi kuvvetlendiriyor. Yazar, ya bu yan karakterlerin akıbetlerinin okur için önemli olmayacağını düşünmüş ya da ana karakterlere odaklandığı için bu karakterlerin beraberinde sırtlandığı anlamı romanın sonuna taşıyabileceklerini atlamış gibi. Bütün bu söylediklerimin çok dikkat çekici ve çarpıcı bir romanın içerisinde samanlıktaki iğneler olduğunun da altını çizmeliyim elbette.

Emerenc ile bir an önce tanışmanızı yürekten isterim. Kitaplarla kalın.