Gecenin Üçünde, Ankara'nın Ayazında: Kan Ve Gül (Bir Kara Dejavu) - Alper Canıgüz

"Belki de mühim olan geleceği değil, geçmişi görebilme yeteneğiydi."
Kitaptan



Okul sıralarında Türk Dili ve Edebiyatı dersinde pek çok akım ve bu akım dahilinde kalem oynatan yazarlara ilişkin bilgi sahibi olduğunuzu düşünerek başlayayım söze. Esasında müfredat belasına çoğumuzun unutmayı tercih ettiği bu akımları, yazarlarını incelemek, hem edebiyatımızı anlamak, hem de okuyuşumuzu geliştirmek adına önemli bir ayrıntıdır. Aynı saikler veya dünyaya baktıkları pencerenin ortaklığı doğrultusunda bir araya gelmiş yazarların, bu anlayışları çerçevesinde oluşturduğu bir üsluptan bahsetmek mümkünse de, zaman içerisinde hepsinin aynı noktaya farklı yollardan gitmeye çalıştıkları fark edilebilir. Özellikle İmparatorluk dönemi sonundaki edebi bakiyeyi alarak, Cumhuriyet dönemi sonrasına taşınan edebiyatımızda Fecr-i Ati, Servet-i Fünun, Gerçekçiler, İkinci Yeniler, Milli Edebiyat, Edebiyat-ı Cedide gibi akla gelen pek çok akım, günün yazım şartları ve anlatılan hikâyelerin okur nezdinde aldığı karşılık düşünüldüğünde global edebiyat akımlarının arasında eriyip gitmiş durumdalar. Bunca girizgah, çağdaş edebiyatımıza bir ivme kazandırdığını düşündüğüm Afili Filintalardan bahsedebilmek içindi. Afili Filintaların bir edebiyat akımı olduğu iddiasındayım. Zira Çağdaş Türk Edebiyatında okunan, takip edilen, sevilen pek çok yazar, on yılı aşan bir sürede, çağın da ruhuna uygun şekilde kurulmuş bu edebiyat blogunda zuhur etti. Elbette popülerlik veya gençlerin tüketimine hasredilmiş eserler verildiği eleştiri ve iddiasıyla buna karşı çıkacaklar olabilir. Ancak bir yazının popüler olması, onun edebiyat olmadığı anlamına gelmiyor. Hele ki Eagleton'ın perspektifinden bakacak olursak, bal gibi edebiyat diyebiliriz. Zira onun da izah ettiği üzere, okuyanın hayatına kazandırdığı anlam neticesinde bir sokak levhasını veya uyarı yazısını dahi dönemine ve okuyanına göre edebiyat tanımının içine dahil etmek mümkün. Dolayısıyla kanaatimce Afili Filintalar da edebiyat tanımına tüm kapsamıyla dahil. Kitabını tanıtacağım Alper Canıgüz de bu yazarların arasında en önemlilerinden. Kan ve Gül April Yayıncılık tarafından yayımlanmış. Açıkçası yazarın Benjamin Button'ı suya götürüp susuz getirecek beş yaşındaki şöhretli karakteri Alper Kamu'nun maceralarını okumadan önce okudum bu kitabı. Bir yazarın okuduğunuz ilk kitabı, okunduğu tarih itibariyle son kitabıysa bazı değerlendirmelerde bulunurken eksik kalma endişeniz olabiliyor. Neyse ki bu inceleme yazısını yazmadan önce bu eksiğimi giderdim. Canıgüz şu tarzda yazıyor diyebileceğim nasıl bir cümle kursam, hakkını vermiş olurum diye düşünürken aklıma ilk gelen şey "sıradışı" oldu. Postmodernizmle sınırlarını belirlenemez bir şekilde karıştıran ve özellikle güncel sosyal yaşantımızda etkilerini derinden hissettiğimiz için bu kadar benimsendiğini düşündüğüm absürdizm veya son dönemde var edilmiş absürt edebiyat tanımının içerisinde eserler sunmuş Canıgüz'ün bu romanı daha farklı. Kuş bakışı incelemek istediğinizde sıradan bir polisiye roman olduğunu, hakeza yeni bir olgu olmayan bir çeşit zamanda yolculuk öyküsü olduğunu söyleyebilirsiniz. Canıgüz'ü ve romanı "sıradışı" yapan şey işte bu. Normal addedilebilecek bir kurgunun ehil bir kalem tarafından bu şekilde etkileyici bir hale getirilebiliyor olması bu eseri kıymetli kılıyor. Zaman ve onun gerçekliği, insanın en büyük düşünsel sorunlarından birisi olan neyin gerçek, neyin rüya olduğunu kavrayamayışa dair lezzetli diyalogları kitabı standartların çok üzerinde olan o hak ettiği noktaya çekiyor. Hem polisiyenin, hem de zamanda yolculuğun klişelerini usta manevralarla pas geçebilmiş yazarın, karakter yaratımı da takdire şayan. Aziz'in hikâyesinin sürükleyiciliği ve bir nebze de olsa, yazarın kitapla birlikte sunulan özgeçmişinden izler taşımasını "hangi yazar kendi dışında bir şey anlatmış ki" diye cevaplıyorum şahsen. Belki de burada tek dikkat çekici eleştiri olarak, Aziz ile Alper Canıgüz'ün farklı hikâyeleri olması muhtemel olsa da, karakterle benzerliklerinin çok görünür olması söylenebilir. Bunun dışında Abdül gibi nev'i şahsına münhasır bir karakter ve yazarın dönemin siyasal iklimine getirdiği eleştirileri seslendiren yan karakterler, kurguyu güçlendirdiği kadar yazarın dünyasına nüfuz etme imkanını da sağlıyor. Aslında bütün bu incelemenin dönüp bağlandığı tek bir husus var. Okumanızı tavsiye ettiğim bu kitap, hayatlarımıza dokunuyor mu? Bize neler hissettiriyor? Arkadaşların arasında yazardan bahsederken, "ilginç bir adam, daha da ilginci bu topraklarda yaşıyor olması" veya "böyle yazan insanları kıskanıyorum" dedirten Canıgüz ve kitabıyla ilgili ne hissettiğimi bundan beş ay önce aşağıdaki cümlelerle ifade etmiştim. O yüzden bu cümlelerle de kitaplarla dolu günler dileyerek izninizi istiyorum.

Bazen hadi bir yirmi sayfa okuyayım da yarın devam ederim diye bir kitaba başlarsınız. Sonra, kendinizi gecenin üçünde, pijama üzerine giyilmiş bir paltoyla, Ankara'nın -10 ayazında sigara içip "vay be ne biçim kitaptı" derken bulursunuz. Alper Canıgüz'ün Kan ve Gül'ü öyle bir kitap.

     

Yorumlar