Sırsız Aynaya Bakarken: Tanrı Beni Görüyor Mu? - Murat Gülsoy




Sosyal medyada ara ara okumakta geç kaldığım yazarlardan dolayı hayıflandığımı işitmişsinizdir. Dürüst olmak gerekirse, pek çoğunu okumakta geç kalışımı makul sürelerle izah edebilirim. Ancak gecikmesini izah edemediğim, edebiyatta 30. yılı geride bırakmış muhteşem bir kalemi, bundan altı ay öncesine kadar hiç okumamış olmam tam anlamıyla geç kaldığımı ve bu gecikmeyi makul sebeplerle izah edemediğimi gösteriyor bana. Çoğu insan her ne kadar, "okuduğun zaman doğru zamandır, okumakta geç kalma yoktur" dese de, kitaplarla bu kadar haşır neşir olup, Murat Gülsoy'dan bu kadar geç haberdar olmak şahsen "geç kaldığımı" söylüyor bana. Fırsat buldukça diğer kitaplarını da blogun sayfalarına taşıyacağım. Birebir bu tanımı karşıladığını söylemek kalemine haksızlık olacakmış gibi gözükse de, yazarın üslubu ve yazın hayatını özetleyen bir kitap söylemem gerekirse, açık ara Tanrı Beni Görüyor Mu? birinci sırada yer alırdı diye düşünüyorum. Elbette bunu söylerken, külliyatının henüz yarısından azını okumuş olarak da eksik bir tespit olduğunun farkında olduğumu unutmayın lütfen. Kitap farklı tarzlarda öyküleri içinde barındırıyor. Aşina olduğunuz normal öykü tarzında eserler olduğu gibi, daha sonra yazarın Nisyan romanında deneyeceği, yarım sayfalık bağlantısız görünen metinleri, eski fotoromanları anımsatan ancak tam olarak da bu tanımın içini doldurmayan öyküleri, belki de Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabının bir bölümüne ilham kaynağı olduğunu düşünebileceğiniz, bir başkasına ait bir metin parçasını her aşamada genişleterek, bambaşka bir metne ulaşmayı amaçlayan bir çalışmayı da içeriyor. Edebiyatta yeni şeyler denemeye cesaret eden ve bunu salt eski tarzı, usulü yıkmak maksadıyla değil de gelişmeyi sağlamak için yapan yazarların pek fazla olmadığı bir dönemdeyiz. Bu belki postmodernizmin "yazılmamış olan hiçbir şey kalmadığı" dayatmasını yıkmaktan korkulduğu, belki de bilinen konularda, daha farklı bakış sağladığına inanan yazarların kendi konforlu alanların dışarısına çıkmaktan imtina ettiği anlayışın hâkim olmasıyla alakalı olabilir. Oysa Murat Gülsoy, kalıpların içinde kalıyormuş gibi gözüktüğünde de o kalıpları okura hissettirmeden delip geçebilen bir kalem. Burada bir dilemma varmış gibi gelebilir. Zira öyküleri ve yazım tarzı postmodern edebiyatın sınırları içerisinde değerlendiriliyor olsa da ben kendisinin bu kaba sığmaktan hoşlanmadığını, bu kabı delip geçmek istediğini düşündüren öyküleri olduğu fikrindeyim. Bu biraz da kendi tarzını oluşturmuş yazarların okurunda uyandırdığı hislerin abartılması hissiyatı uyandırabilir sizde. Bu sebeple kendi kararınızı vermek için okumanızı tavsiye ederim. Kitaba adını veren öykü bunu göstermesi açısından çok yerinde bir örnek. Ayrıca 74 Mercedes adlı öyküde kaybolmamak için donanımlı bir okur olmanın yetmeyebileceği anlar oluyor. Bize Kuş Dili Öğretildi gibi esasında öykü normlarını sarsmadan ilerleyen bir kurgunun, bu defa okurun dikkatini çeken ve görsel anlatımla anlamı kuvvetlendiren yapısı da özünde sınırların dışına çıkmak anlamına geliyor. Murat Gülsoy'un kalemi ile bir başka yazar arkadaşımın tavsiyesi üzerine Büyübozumu adlı kurgu dışı eseriyle tanıştım. Garipliğe bakın ki, kurgu dışı diye sınıflandırılan o kitabı da, tipik bir kurgu gibi akıp gitti okurken. Hem de olanca hacmine rağmen. Hâlâ kime ait olmadığını bilmediğim "Yazar, kurguladığı dünyanın Tanrısıdır" özdeyişi uyarınca, Murat Gülsoy bu durumu okuruna bu kitabın içerisinde yer alan pek çok öyküde hissettiriyor. Öyle ki okunacak her satır bitirildiğinde, henüz tam olarak sırlanmamış bir aynaya bakarken buluyorsunuz kendinizi. Sonra okuduklarınız üzerinde düşündükçe kafanızı kaldırıp yukarıya bakıyorsunuz. Yazarın sorduğu sorunun cevabını bulabiliyor musunuz bilmem. Sonuçta hepimiz pek çok sorunun cevabını arıyoruz.

Sorduğunuz soruların cevaplarını bulabilmeniz dileğiyle. Kitaplarla dolu bir hafta dilerim. 

Yorumlar