Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar: Çocuk Geliyor - Han Kang



"Ben mücadele ediyorum. Her gün tek başıma savaşıyorum. 
Hayatta kalıp, hâlâ yaşıyor olmanın utancıyla savaşıyorum. 
Ölümün bu gerçekten sıyrılmamı sağlayacak tek yol 
olduğu düşüncesiyle savaşıyorum. 
Siz, benim gibi bir insan olan siz, bana ne diyebilirsiniz?"
Kitaptan



Söze ne diyerek başlamalı bilmiyorum. Doğrudan, yeniden Kara Kütüphane'de bir kitap hakkında yazma iştahı doğuran eserle mi konuya girsem yoksa 2019 yılında bu blogda tanıtılmış kitap sayısını geçme hedefimi tutturamadığımdan mı bahsetsem karar veremiyorum. En iyisi her zaman olduğu gibi doğrudan konuya girmek olsa gerek. Girizgah kısmında da bahsettiğim gibi epeydir bir kitap hakkında kapsamlı bir şeyler yazma ihtiyacı hissetmiyordum. Ayrı bir yazma mesaim olduğu için kitaplarla ilişkimi maslahatgüzar seviyesine indirerek sadece okumaya odaklandığım uzunca bir dönem geçiriyordum. Siteyi takip ediyorsanız, kitaplarla ilgili paylaşımların ayda bire düştüğünün farkındasınızdır muhakkak. Han Kang'ın Çocuk Geliyor kitabını okumaya başladığımda karşı karşıya kaldığım duygular, kitabı bitirip kapağını kapattığında hissettiklerim, bu kitap hakkında muhakkak fikirlerimi paylaşmam gerektiği konusunda bir dürtü uyandırdı. April Yayıncılık tarafından yayımlanmış kitabın yazarı yine aynı yayınevi tarafından yayımlanmış Vejetaryen adlı romanıyla "Man Booker Ödülü" kazanmış, bu anlamda uluslararası alanda başarı sahibi bir kalem. Henüz ödüllü romanını okumadım ve Çocuk Geliyor romanıyla benzerlikleri var mı bilmiyorum ama ilk kez kalemiyle karşılaşmış bir okur olarak şoka uğradığımı söyleyebilirim. Roman yazımı ilhama bağlı olduğu kadar yıllara sari geliştirilmiş pek çok teknik hususa hakim olmayı da gerektiriyor. Han Kang bu anlamda teknik gelişmişlik açısından üst düzey bir performans sergiliyor. Performans kelimesini özellikle kullanıyorum zira yazar, tek başına oturduğu bir sahnede kendi varlığını hem vurgulamadan, hem gizlemeden bütün kalabalığın yerine geçmenizi sağlayabiliyor. Ciddi bir performans sanatçısı gibi kalemiyle yazdığı dünyayı zihinlerinizde gerçek kılabiliyor. Fakat sadece bundan bahsederek geçiştirilemeyecek kadar sağlam bir metinle karşı karşıyayız. Özellikle roman tekniği açısından ciddi bir başarı söz konusu. Roman kuramlarıyla ilgili veya roman yazmayla ilgili mesaisi yahut ilgisi olan okurların bildiği üzere romanın en önemli unsurlarından biri anlatım tekniğidir. Kimi yazar sınırlandırılmış veya sınırsız "tanrı anlatıcı" rolüne bürünüp üçüncü tekil şahıs kipinde romanı kurgularken, kimisi de okurla ünsiyet geliştirmeyi mümkün kılan birinci tekil şahıs kipini kullanır. Bunların dışında pek sık rastlanılmayan ikinci tekil şahıs kipi vardır ki, başarılı örneği çok az olduğu gibi okura dikte etme riski taşıdığı için pek çok yazar tarafından tercih edilmez. Okurun muhayyilesine ket vurma riski vardır. İşte Han Kang, romanına bu ikinci tekil şahıs kipiyle başlıyor. İtiraf etmem gerekirse bugüne dek iki kez bu şahıs kipiyle yazılmış roman okudum. İkisinde de tekniği kullananlar yeni yazarlardı ve bu anlatım tekniğini kullanmalarının tek sebebinin farklılık yaratmak olduğu metinde ağır şekilde sırıtıyordu. Ancak Han Kang bu anlatım tekniğini öyle ustaca kullanıyor ki, okur daha ilk sayfalarda hikayenin bir parçası olduğunu kabullenip, karakterin duygularını kişiselleştirmeye başlıyor. Adeta yazar tarafından komutlandırılıp, konumlandırıldığınız bir tiyatro oyunundaymış gibi hissediyorsunuz. Üstelik doğaçlama şansınız da varmış gibi duyumsuyorsunuz. Kang'ın kalemindeki keskinlik bununla kalmıyor. İlerledikçe anlatım tarzının değiştiğini, kâh birinci şahıs, kâh üçüncü şahıs ağzından olay örgüsünün tarafınızda örüldüğünü hissediyorsunuz. Tabir-i caizse yazar, okuruna aktardığı acı tecrübeleri tekrar yaşatmak isteyen bir örümcek hâline gelmiş ve ağına düşmüş gibi hissediyorsunuz. Belirli noktalarda bu ağdan kaçmak isteseniz dahi metin buna izin vermiyor. İşin teknik boyutunun dışında romanın esasına geldiğimizde Güney Kore halkıyla tahmin ettiğimizden çok fazla bağımız olduğunu görmemizi sağlıyor kitap. 1980 yılının iki ulus için de ne büyük imtihanlar, acılar, kayıplar, ölümlerle geçtiği düşünüldüğünde kitabı özümsemek daha da kolaylaşıyor. Şahsen Uzakdoğu kültürlerine çok ilgi duymakla birlikte, özelinde Kore kültürü ve anlatılarına ayrı hayranlık besleyenlerdenim. Zira Japon kültürü kadar dogmatik olmasa da kendine has bir kültürel habitatı ayakta tutmayı başaran, bununla birlikte bir yönüyle de Japon anlatılarının ve kültürünün masalsılığından kurtulup gerçek dünyanın geri kalanına ait olabilen bir kültür Kore kültürü. Bunun yanı sıra Uzakdoğu'ya has o mistik sadeliği korumayı da başarabiliyor. Han Kang size insanların yaşantıları, birbirlerine davranışları, hassasiyetleri üzerinden bunu algılatmayı başarıyor. Kendi halinde bir okur olarak bir kitabı gözümde başarılı kılan unsurlardan bir diğeri de okurunda araştırma dürtüsü uyandırıp uyandırmadığı. Özellikle gerçek bir olayı hikayeleştiriyorsa bu araştırma, karşılaştırma duygusu baskın geliyor mu buna bakıyorum. Çocuk Geliyor'u bu anlamda da çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Zira Gwangju Ayaklanmasının fotoğraflarına, bilgilerine ulaşmak konusunda iflah olmaz bir merak uyandırdı bende. Üstelik yazarın, hikayesini anlatırken, bizdeki pek çok yazarın aksine ideolojiyi hikayenin başat unsuru hâline getirmeyişi, hatta burada önemli olan şeyin bir ideoloji değil insan olduğunu vurgulayışı takdire şayan. Romanı üstün kılan en önemli unsurlardan biri de zamanın kullanımıyla alakalı. Okurun ilerlerken gerileyen, geçmişten geleceğe bakan hatta ölüp zamanın dışından dünyayı, insanları inceleyen kalemi algınızı allak bullak ediyor. Acıyı, nefreti, hüznü, bekleyişi, pişmanlıkları, korkuları bu raddede okura geçirebilmek gerçekten ustalık işi. Yazdığım satırlara geri dönüp baktığımda daha ayrıntılı olarak da anlatabilirim diye düşünüyorum. Sanki daha fazlasını yazmalı, karakterlerin, anlatım tarzındaki değişikliklerin gücü kullanılarak farklı açılardan ele alınışını kapsamlı olarak ele almalıyım diyorum. Ancak günümüz kitap okurunun sayfa sayılarını çok bulduğu, uzun metinleri pas geçtiği tuhaf bir geçiş evresindeyiz. O sebeple sizleri daha fazla sıkmadan Han Kang'ın Çocuk Geliyor adlı eserinin okunması gerekenler listenize muhakkak alınması gerektiğini düşündüğümü söyleyeyim. Son dönemde okuduğum metinler içerisinde okuru romanın ortamına, hikayeye ve karakterlere bu kadar yakın hissettiren bir kalemle karşılaşmamıştım. Farklı okuma deneyimleri için kesinlikle tavsiye ederim.  

Kitaplarla ve Kara Kütüphane'yle kalın.   




Yorumlar