Eski Usul Yeni Fantastik: Witcher Serisi - Andrzej Sapkowski



"Zamanın her anında geçmiş, bugün ve gelecek bir aradadır. 
Her anın içinde sonsuzluk vardır. Anlıyor musun?"
Kitaptan


Fantastik edebiyat ile fantastik kurgu tanımının gittikçe ayrışmakta olduğu bir çağın tam ortasındayız. Kavramları üreten, onu dilediği gibi değiştiren veya durumuna uyarlayan insanlar için edebiyatın bundan arî kalacağını düşünmek mümkün olamazdı elbette. 19. yüzyılın sonlarında edebiyat kanonları romantizmin dalgaları arasında yalpalanıp, modernizme nasıl ilerleyeceğini düşünürken aslında hep orada olan ama görmekten imtina ettiği fantastik kavramıyla tekrar hemhal oluyordu. Hep orada olduğunu söyleyebiliyorum zira masalların, sözlü anlatının, mitlerin bugün "fantastik edebiyat" denilen şeyin temeli olduğu görüşündeyim. Bunu iddia ederken, teorik çalışmalar yapan Todorov, Steinmetz gibi eleştirmenlerin görüşlerini, fantastik kelimesinin etimolojik çözümlemelerinden faydalandığımı da belirtmeliyim. Hoffmann, Chesterton, Poe hatta Kafka, Borges gibi kalemlerin mürekkebinde yeniden canlanan fantastik edebiyat, dünyamız modernizmden postmodernizme geçerken usul ve şekil değiştirse de özünü, çekirdeğindeki yapıyı korumayı başararak ilerlemiştir. Hatta hakikat sonrası dediğimiz bu çağda da veya bizi beklediğine, gün geçtikçe içine çektiğine inandığımız meta-modern çağda da fantastik kavramı ve onun çevresinde gittikçe genişleyen edebi külliyatın edebiyatı ele geçirmeye başladığını söylesem pek de kâhinlik yapmış sayılmam sanırım. Nihayetinde fantastik edebiyatla iç içe olan elli yıl öncesinin bilim-kurgu metinlerinin, günümüzün gerçekliğine dönüşmesi istilanın kapsayıcılığını da gösterir nitelikte. Bütün bu gevezelikle gözlerinize antrenman yaptırmamın sebebi Sapkowski'nin meşhur Witcher kitapları serisinden bahsedecek olmam. Aslına bakarsanız her bir kitap hakkında bile anlattıkları, sembolize ettikleri, vurguladıkları üzerinden ayrı ayrı yazılar çıkartılabilir. Zira kurgusal evreni bu kadar geniş, yeni öyküler, kitaplar hatta dijital oyunlar çıkartmaya müsait çok az örnek var. Ancak yazmak istediklerimi hazırlayacak zaman konusunda eskisi gibi müsrif davranamayacağım o bitmek bilmez sıkışık dönemlerden birinin daha ortasındayım. Üstelik kitaplarla, evrenle, Sapkowski'yle ilgili söyleyeceklerimi de tek bir başlık altında toplamanın daha faydalı olduğu fikrindeyim. Öncelikle Witcher adı metinlerde sık geçeceği için, yabancı bir eserden bahsediyor olduğum algısına kapılmamanızı rica ederim. Gönül isterdi ki, bütün kitapları ve ciltli Witcher Evreni'nin yayınlayan Pegasus Yayınları ve çevirmenleri de bu kelimeyi Türkçeleştirmiş olsalardı. Neden orijinal adın kullanıldığına dair yayıncının açıklaması da dahil pek çok açıklama var. Fakat "witcher" bir özel isim olmadığı gibi belirli özellikleri olan bir grup fantastik kurgu karakter sınıfını tanımlamak için kullanılan bir sıfat olduğundan açıklamalar bana cari gelmiyor. Hakeza Winterfell'i Kışyarı, Rivendell'i Ayrıkvadi olarak okumaktan zevk alan bir okur olarak mümkün olduğunca fantastik metinlerin Türkçeleştirilmesi taraftarıyım. Çünkü türün yazarları, karakter sınıfları, şehir ve bölge isimlerini koyarken de belirli bir sembolü, öykünün doğasına dahil olması gereken unsurları bu isimlerin altına gizleyebiliyorlar. Bu cihetle dijital oyunlarında yapılan "efsunger" çevirisini pek çok oyuncu ve okur yetersiz bulsa da ben o okurlardan ayrılıyorum. Bence kitaplarda da efsunger lafzı kullanılabilirdi. Gerçi romanın çevirisiyle alakalı olarak başka bir durum daha var. Regaip Minareci, Almanca çeviri konusunda alanın uzmanları tarafından başarılı bir çevirmen olarak anılan işbu kitapların da çevirmeni. Çevirisinin yetkinliğini tartışmaya açabilecek durumda da değilim. Ancak burada okura verilen bilgi, kitabın ana dili olan Lehçe yerine, Lehçe'den Almanca'ya çevrilen metin üzerinden ilerlendiği yönünde. Bu vurgulanırken de iki dil arasındaki yakınlıktan dem vurulmuş. Ancak bu yakınlık, okura "çevirinin çevirisinin" sunulduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ortaya çıkan iş hayranlık uyandırıcı olmakla birlikte çok satan kitaplar basan, pazarda büyük pay sahibi bir yayınevinin kitapları ana dilinden çevirtebilecek bir çevirmen bulamadıkları yönündeki açıklamaları pek sahici gelmiyor. Zira aynı kurgusal evrende geçen dijital oyunlarının Türkçe çevirileri mevcut. Üstelik bahsettiğim dijital oyun içerisinde genişçe yer alan, diyalog, metin tabanlı çeviriler düşünüldüğünde inandırıcı da gelmiyor. Burada bir ihtimal bütçe düşünülmüş olabilir diyerek geçiyorum konuyu. Ancak kitap serisinin oyunlarını oynadıysanız orada yer alan pek çok yaratığın, sıfatın, tanımın başarılı bir şekilde Türkçe'ye çevrildiğini göreceğinizi söyleyebilirim. Çeviri konusu neden bu kadar önemli diye düşünebilirsiniz. Ancak okuduğunuz eserde Doğu Avrupa, Slav kültüründe yer alan pek çok korku unsurunun, kendi kültürümüzde bir karşılığı olabileceğini görmek doğru çeviriyle mümkün. Kendi kültürümüzde karşılığını görebildiğimiz bir eserin daha layıkıyla benimseneceği, bu hususta yazan, okuyan, araştıran insanlara geniş ufuklar açabileceği ihtimali de es geçilmemeli elbette. Kapak tercihleri hakkında çok fazla şey söylemek istemiyorum aslında ama kendimi tutamayacağım. Daha özgün, sonradan çizdirilmiş bir kapak daha çok yakışabilirdi muhakkak. Çeviride olduğu gibi bu kısımda da biraz kolaya kaçılmış ne yazık ki. Serinin dijital oyunlarındaki görsellerin kapağa uyarlanmasıyla ilgili kendi fikrim sadece bu. Aksi başka bir durum var mıdır? Olabilir. Fakat bir okur eleştirisi olarak varmaya çalıştığım başka bir nokta mevcu. Fantastik kurgu eserlerinin kapaklarında, öyküye dair merak uyandıracak bir sembolizm yerine resim tablosu benzeri görsellerin kullanılmasına genelde alışabilmiş değilim. Bu konuda Eddings veya Le Guin kitaplarının Türkiye baskılarındaki kapakların anlayışı yaşatılabilir. Fikrimce rengarenk çizim içeren kapaklar türün çocuksu algılanmasına hizmet eden bir yaklaşım. Nihayetinde başkaları çocuksu görecek diye alışkanlıkları değiştirmek istemiyor olabiliriz; ancak kitaptan sahneleri resmettiğimizde de bunu kapağın tümüne yayma ısrarından kurtulabiliriz. Tıpkı sürekli içi boşaltılıp değiştirilen tanımlar gibi, "türe özgü olan budur" diyerek geçiştirilmemesini istediğim bir eleştiri açıkçası. Gelelim kitaplara;

Andrzej Sapkowski hakkında kitapların arka kapaklarında yer alan pek çok övgü dolu sözcük olduğundan onu övme kısmını biraz kısa tutacağım. Genelde bu tip çok satan kitaplarda, yazarın muazzam yeteneğini öven başka alıntılar kullanıldığında, edebi anlamda bir nahoşlukla karşılaşabileceğini düşünen ciddi bir okur sınıfı vardır. Kitabın vaat ettiklerini gölgeleyen, tüketim odaklı bir satış stratejisi olduğundan ben de yazarla ve kurgusuyla inatlaşma, varsa kusurlarını arama ve irdeleme eğilimi doğurduğunu kabul edebilirim. Ancak Sapkowski, her türlü inatlaşmadan galip çıkabilecek kadar usta bir yazar. Bilmeyenler için kısaca geçeyim. Yedi kitaplık serinin ilk üç kitabı öykülerden oluşuyor. Kendi içerisinde bir devamlılık gütme kaygısı olmasa da anlatılan öyküler, serinin dördüncü kitabıyla başlayan romanları için atmosfer oluşturmakta inanılmaz başarılı. Hakeza yazarın Doğu Avrupa ve Slav kültürünü, Batı Avrupa şövalye mitleriyle kafa kafaya tokuşturup ortaya çıkardığı ortam sizi sürekli içine çekiyor. Bir eleştiri olmasa da Sapkowski'nin Camelot efsanelerinin ekmeğini yediğini de söylemeliyim. Özellikle serinin son kitabı olan Gölün Hanımı'nda bu tutumunu açıkça sergilemekten de imtina etmiyor. Girizgahta biraz değindiğim tür tartışmaları açısından bakıldığında serinin eski usul fantastik edebiyatı yakaladığını fark ettiren önemli hususlardan birisi de eski anlatılar üzerine inşa edilen yeni bir kurgunun varlığı. Bununla birlikte fantastik edebiyatın tanımlı teorik özelliklerinden en baskını olan belirsizlik, olağandışılıkla gerçekçilik arasındaki köprüde bir ileri, bir geri giden, okuru Araf'ta bırakan üslup ve hikayesi de bunu ispatlar nitelikte. Eserin türü dışında, Sapkowski'nin Orta ve Batı Avrupa masallarını değiştirerek kendi kurgusal evrenine yedirdiği bazı bölümler var ki, okurken  yazarın acımasız yorumu karşısında tebessüm ediyorsunuz. Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin gerçek hikayelerinden tutun Külkedisi'ne uzanan Grimm Kardeşler muhalifi neşeli, kinayeli hafif de kızgın bir kalem Sapkowski. Seriyi muazzam kılan özelliklerden bir diğeri de karakter inşası konusundaki başarısı sayılabilir. Masal, mit tabanlı gelişen fantastik edebiyatın en klişe geri bildirimi iyi-kötü arasında doğacak mutlak bir savaş, kudretli kötü adam, kendini tanıyan, gelişen iyi adam minvalinde siyah ve beyaz karakterlerdir. Witcher serisinde ise başta esas karakterler olmak üzere pek çok gri alana sahip hatta rengarenk karakterler inşa edilmiş. Bu durum okurun karakterin insani kimliğini daha kolay algılamasına ve haklı olarak karakterle kendisini özdeşleştirmesine olanak sağlıyor. Yukarıda işaretlenen tüm özelliklere ilaveten, popüler kültürün fantastik kurgu edebiyatını getirdiği kolay tüketilebilir noktadan bakıldığındaysa eserin edebi niteliğinin de epey yüksek olduğunu görebiliyorsunuz. Bahsedilen nitelik, Witcher serisinin yıllara sari olarak okunabileceğinin açık ispatı niteliğinde. Elbette karşılaştırmayı seven insan için "belirli bir bölgenin Tolkien'i olma" iddiasının dışında Sapkowski'nin nev'i şahsına münhasırlığının da altını çizmek gerek. Konu Tolkien'e gelmişken, Witcher evreninde de Kelt mitlerinin perileri olan elflerin Tolkien'in getirdiği haliyle kullanıldığını söyleyelim. Yüksek bir ırk olarak nitelendirilse de insanlar tarafından mağlup edilmiş, esir edilmiş karakter profilleriyle çok da etkin olmayan rollerle karşımıza çıkıyorlar. Sapkowski'nin evreninde insanlar baskın. Başrolü alan witcher ise işaretler vasıtasıyla kısıtlı olarak büyü yapabilen, bir takım mutasyonlarla güçlendirilip, ömürleri uzatılmış, duygulardan arınmış bir nevi mekanize olmuş, insanlar tarafından dışlanan bir öteki. İşte bu fantastik âlemi ilgi çekici kılan şeylerden birisi de roman boyunca pek çok insan davranışına getirmekte olduğu felsefi eleştiriler. Üstelik son kitapta iyice geliştirilen ve kurgusal evreni gerçek dünyaya yaklaştıran paralel evren, zaman yolculuğu ve spesifik bilim-kurgu vurguları bu eleştirileri sağlamlaştırıyor. Hatta Sapkowski, mit evreniyle, kendi kurgusal evrenini solucan delikleriyle parça parça eden bir kalem dersem abartmış da olmam. Zaman kavramına, varlığına ve felsefesine dair benzer görüşler taşıdığımız için de kitapları bu kadar beğenmiş olabilirim elbette. Genel itibariyle pek çok fantastik kurgu yapıtı altında model bir alt metin ve eleştiri taşımadığı için Sapkowski'nin eseri daha kıymetli bir hale geliyor. Karakterlerin diyaloglarının altında, başlarından geçen hikayelerde çoğu erdemin yıkılıp ayaklar altına alınması, okura hayal gücüyle kurulmuş bir âlemde günümüz insanını sorgulatacak alt metinler inşa edilmesi öykü ve romanların en muazzam başarısı bence. Geralt, Yennefer (ki kesinlikle seri boyunca favori karakterim) Dandelion, Ciri gibi karakterlerin nezdinde sembolize edilmiş kavramların da bu karakterlerin konuşmaları, eylemleri vasıtasıyla kâh değer addettiğimiz şeyleri alaşağı edip kâh idrak yolları enfeksiyonlarımızı gidermesi sadece bir fantastik kurgu okuru olarak değil pek çok türde okuyan biri olarak tecrübemden inanılmaz zevk almamı sağladı.   

Witcher Evreni adlı kurgusal evrenin ansiklopedisi niteliğindeki eserden ayrıca bahsetmek istiyorum. Zira serinin bir parçası olsa da ciltli, kuşe kağıda basılmış şaheserin Sapkowski'nin kaleminden çıkmadığının bilinmesinde fayda var. Ansiklopedide sadece kitaplarda geçen bölümlerin değil, dijital oyuna yansıyan kitaplardan sonra devam eden hikayeye dair de bilgilerin yer almasının yanı sıra, Sapkowski'nin alıntılamada kullandığı kurgusal tarih metni algısı da yaşatılıyor. Witcher Evreni romanın renkli karakterlerinden Dandelion/Jaskier tarafından tutulmuş notları okuduğumuz izlenimi yaratılmış. Renkli ozanın, tarihçi yönünü de keşfetmemize olanak sağlayan bu tutumu yadırgamak bir yana epey beğendim. Üstelik hem kitap hem de oyun evrenindeki olaylara dair tek bir gözden anlatılan hikayenin doldurabildiği boşluklar da var. Sonuçta büyük kurgusal evrenlerin tarihlerinin, bizzat yazar tarafından hazırlanması zorunluluğu olmadığı gibi bu yöntemin çok daha tutar yol olduğu kanaatindeyim. 

Son söz olarak, oyunlarını kitaplarından önce oynamış ve bitirmiş, son dönemde çekilen dizisini ise yarım yamalak izlemiş biri olarak kitapların muhakkak okunması gerektiği görüşünü yineleyeceğim. Sapkowski'nin kalemi size alelade, zorla oluşturulmuş, haritası çıkartılmış bir FRP evreni vaat etmiyor. Aksine felsefi derinliği, kaliteli bir edebi üslubu ve bütün bunların harmanıyla ortaya çıkmış sürükleyici, yorucu, epik ve bir o kadar da insani kurguyu ayağınıza kadar getiriyor. Dizisini izlediyseniz okumanıza gerek olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Bense kitaplarını okursanız, dizisini izlemek dahi istemeyebilirsiniz diyorum. 

Ezcümle, fantastik kurgu var olsun. Kitaplarla dolu günler dilerim. 




Yorumlar